15 Temmuz 2010 Perşembe

Ufuk Çizgisi taşındı

Herkese merhaba!

Uzun zamandır bu sayfadan yazılarımı yayınlıyordum. Ama artık değişim zamanı! Ufuk Çizgisi bundan böyle yeni adresinde yayımlanacak.

Yeni siteye ulaşabileceğiniz iki bağlantı şöyle;

www.duslerdengercege.com

www.ufukyurtbil.com

Beni bugüne kadar destekleyen herkese teşekkürler. Ufuk Çizgisi'ni bundan sonra da yalnız bırakmayacağınıza eminim.

Sevgilerimle,

13 Temmuz 2010 Salı

Düşler Gerçeğe Dönüşmeye Başlıyor!

Düşler gerçeğe yaklaşıyor... Zaman ilerliyor ve güneş ufka doğru harekete başladı... Kısa bir süre içerisinde büyük değişimler olacak hissediyorum... Şezlonga uzanmış, kokteylimi içiyorum. Denizden hafif bir dalga sesi, inceden bir rüzgar ve çocuk sesleri... Düşler gerçeğe daha da yaklaşıyor. Yeter ki düşlerinizi ve hayallerinizi bırakmayın.

Düşlerden gerçeğe doğru hareketimiz başlıyor.

Çok yakında!

10 Haziran 2010 Perşembe

iPhone 4


Steve Jobs (Artık adını bilmeyen kalmamıştır. Bill Gates'i geçti.), nam-ı değer Apple CEO'su geçen gün yeni iPhone'u basına tanıttı. iPhone 4 ismini verdikleri cihazı, daha önce yapılmamış denenmemiş, uzay teknolojisi birşey gibi abarta abarta anlattılar. Evet cihaz önceki versiyonlarına göre bayağı aşama kaydetmiş bir şekilde karşımızda. Ama doğruyu söylemek gerekirse, daha önce görmediğimiz birşey yok bu sokaklarda... Pardon pardon, Gizmodo bir süre önce barda unutulan(!) bir prototip bulmuştu ya, işte o zaman görmüştük...

Gelelim değişikliklere ve iPhone 4'ün genel özelliklerine;

Cihazın arka tarafında bulunan kamera artık 5 megapiksel çözünürlüğe sahip. Yani ortada bir devrim yoksa sadece bir gelişim var.

Artık bir adet de flaşımız mevcut. Philips'in ürettiği flaş, oldukça kaliteli. iPhone 4 bu noktada önemli bir eksiğini kapatıyor. Ama bu da daha önce görmediğimiz birşey değil.

HD video çekim de artık iPhone ile mümkün olacak. Eee bunu da görmüştük elin başka telefonlarında değil mi?

Tasarıma metal yedirilmiş ve hatlar sertleştirilmiş. iPhone artık bir erkek telefonu. Ericsson 337 vardı vakti zamanında. O da metaldi. iPhone'un yeni tasarımını ben beğendim ama yapılan değişim benim için büyük bir sınıf atlama değil.

iPhone 4 artık daha da ince. Apple bu konuda özellikle durarak "incelik konusunda çok para ve zaman harcadık, değerini bilin" havası verdi denilebilir. İnce olması bir artık evet ama benim için çok da önemli bir kriter değil.

Artık ön tarafta da bir kameramız var. Yaşasın artık görüntülü konuşabileceğiz! Zaten konuşmuyor muyduk diğer telefonlarla? Bir tek iPhone bu işte geri kalmıştı diye hatırlıyorum... E iyi bari, zamanı yakalamışlar...

Bataryamız güçlendi, daha uzun süre müzik, konuşma, internet vs. şansımız var. Bu da bir gelişme.

İşletim sistemimiz gelişti artık aynı anda biçok programı açabilir ve kullanabiliriz. (multitasking) Eeehmm sanki Symbian bile yapabiliyordu bunu yanılıyor muyum?

Flash desteği elbetteki yok.

iMovie ile kendi filmlerinizi yapabilirsiniz. Çok şirin... Elbette ücretli...Cüzi bir miktar da olsa (2.99$) bu uygulamanın paralı olması çok manidar.

Evet karşımızdaki telefon iPhone 3GS'ten kesinlikle iyi bir telefon ama Apple birçok noktada sadece kendini geliştirip eksik kaldığı yerlere yama yapmış gibi görünüyor. Belki de benim beklentim çok yükseldi ama cihaz için konuşulan rakamların 2500 lira civarında olduğunu düşünürsek bence iPhone 4, iyi bir oyun üzerine çıkarılmış bir expension pack'ten ötesini vaad etmiyor. Aranızdan birisi hediye verirse pekala zevkle kullanırım, o ayrı...

Son günlerin moda tabiiriyle "özet geçersek";

Eğer elinizde iPhone 3G veya 3GS varsa, iPhone 4 size çok çok büyük şeyler vaad etmiyor. Ama iPhone hiç kullanmadıysanız ve paraya kıyıp denemek istiyorsanız almışken en iyisini almak en doğrusu. Eylül ayında Vodafone, telefonu ülkemize getirecek. Detaylar Ağustos sonuna doğru belli olur. Beklemekte fayda var...

5 Haziran 2010 Cumartesi

Lady Gaga - Alejandro

Cenk ve Erdem yorumu ile "Alihandır o", Lady Gaga'nın Fame Monster albümünden klip çekeceği 3. şarkısı. Bana kalırsa bugüne kadar yaptığı en iyi şarkı. Her ne kadar kendisinin küçük çocuklara kötü bir örnek(!) olduğunu düşünsem de, yaptığı şarkıların hakkını vermek gerekiyor, hepsi de kaliteli. Gerek Poker Face, gerek Telephone ve diğerleri son derece kaliteli pop şarkıları.

Alejandro, Lady Gaga'nın günümüzün yeni Madonna'sı olma yolunda ilerleyeceğinin bir işareti. Hatırlayın Madonna da farklı farklı ve zamanına göre absürd imajlar ile çok kaliteli çalışmalar çıkarmıştı. Lady Gaga da bu kafada devam eder ve Alejandro gibi çalışmalar yaparsa her albümünü iple çekeceğimiz nur topu gibi bir şarkıcımız daha olur. Marjinalliğinin ipin ucunu kaçırdığını düşünsem de Alejandro ben de çok farklı duygular uyandırdı. 80'lerden fırlamış havası, kaliteli altyapısı, ispanyol melodisi ile benim çok hoşuma gitti.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Günün Köşe Yazısı

Günün köşe yazısı Milliyet'ten Abbas Güçlü'ye ait. Yaklaşan sınavlar ile ilgili bilgi veren yazısında, özel okulların ve vakıf üniversitelerin ücretleri ve durumları hakkında da aıklamalarda bulunmuş. Bu konularda bilgi sahibi olmak isteyenlere, eğitim konusunda çok tecrübeli olan Güçlü'yü okumalarını öneriyorum.


Abbas Güçlü'nün bugünkü yazısı

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Günün Köşe Yazısı

Bugünkü yazımız Hürriyet'ten Özdemir İnce'ye ait. Özdemir İnce'nin yazılarını okumayı çok severim çünkü yazdığı herşeyin belgesini de sunar. Bu da ne kadar araştırmacı bir insan olduğunu da gösteriyor. Kendisi ayrıca Simyacı gibi ünlü bir eseri Türkçe'ye çeviren kişidir.

Bugünkü yazısında, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun anılarından yararlanarak Atatürk ve Refik Halit Karay ilişkisine değiniyor.

Yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

Seda Sayan İmkansızı Başardı


Seda Sayan'ı izleyenler bu sabah ne düşündü acaba.

Konuklar arasında bir Atatürk mumyası...

Koltuğa oturmuş, "Ben nerede yanlış yaptım?" der gibi...

Şaka değil gerçek...

CHP Genel Başkanlığına aday olmasın sakın?

Sevdanın Son Vuruşu

Tarkan'ın yeni albümünün öncü kuvveti olan " Sevdanın Son Vuruşu" sözleri Aysel Gürel'e, müziği ise Tarkan'a ait olan bir ayrılık şarkısı. Şarkının sözleri, Aysel Gürel'in vefatının ardından notlarının kurcalanması ile ortaya çıkmış.

Her ne kadar ayrılık şarkısı olsa da içinde son derece pozitif bir duygu var. Izdırap, acı, keder, içinizde ne tarz bir ayrılık psikolojisi ürünü varsa, şarkıyı dinledikçe bundan kurtulacaksınız. Bunda da Aysel Gürel'in harika sözlerinin etkisi tartışılmaz. Evet süper bir şarkı değil, ilginç ve hoş bir introya sahip klasik bir Tarkan şarkısı.

Tarkan şarkıları için dinledikçe daha da güzelleşir derler, bu şarkı da öyle. Bir de Tarkan şarkılarının genel bir tarzı var, nerede çalsa aaa bu Tarkan dersiniz. Sevdanın Son Vuruşu için de aynı şey söylenebilir. Dinlemenizi öneririm...

Şarkının sözleri aşağıda.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Günün Köşe Yazısı

Günün köşe yazısı Sabah'tan Mehmet Barlas'a ait.

Woody Allen'ın söyledi sözlerden başlayarak Deniz Baykal'a getirdiği yazısı yaşlanma üzerine farklı bir bakış açısı kazanmanızı sağlayabilir.

Mehmet Barlas'ın bugünkü yazısı

16 Mayıs 2010 Pazar

Maltepe Belediyesi'nden Güzel Bir Uygulama


Maltepe Belediyesi aldığımız ekmeği poşete koymuş. Çok da güzel olmuş. Markete gidiyorsunuz ve hepsi önceden poşetlenmiş ekmeklerden istediğinizi alıyorsunuz.

Tamam, bu sorunu %100 çözümlemiyor ama en azından birileri bu konuda kafa yoruyor. Bu güzel uygulama için Maltepe Belediyesi'ni tebrik ediyorum. Belediye başkanımızı da Baykal'ın evinin önünde açlık grevi yerine Maltepe'de hizmete devam etmeye davet ediyorum...

Tek Cümle

Sevelim, sevilelim.

Yunus Emre

Bardağın Dolu Tarafı

Yarım bardak suya baktığınızda yarısı boş bir bardak ile yarısı su ile dolu bir bardak görmek arasında aslında çok fark vardır. "Bardak görüyorum ya, sen ona bak" da diyebilirsiniz pekala.

Ben bardağın her zaman dolu tarafını görmeye çalışıyorum. "Yok artık bundan da olumlu birşey çıkaramazsın" dediğiniz durumlarda bile kendinizi olumlu birşeyler bulmaya zorlayın.

Etrafımızdaki herşeyin bizi olumsuz düşünmeye ittiği bir hayat sürüyoruz. Sokağa adımımızı atıyoruz ve bizi sıcak hava, trafik, egzoz dumanı, türlü türlü insanlar, kalabalık ortamlar karşılıyor... Sanki herşey bizi olumsuz düşünmeye itmek için orada bulunuyor. Aslında etrafımızdaki kimse bize kasıtlı birşey yapmıyor. Bu olumsuz düşünceleri biz kafamızda oluşturuyoruz. Onun oluşmasını engellersek belki de hayattan daha çok zevk alabiliriz. Bu konuda kısa bir hikaye aktarmak istiyorum size.


Bir çiftlik evinin çatısında yangın çıkmış ve çatı tamamen yanıp kül olmuş. Haberi alan ahali çiftçiye geçmiş olsuna gelmiş.
"Vah vah gittik güzelim çatı, nasıl uyuyacaksınız böyle? Ya soğuk havada ne yapacaksınız?" diye çiftçiye sormuşlar.
Çiftçi ise sanki yanan kendi çatısı değilmiş gibi gayet güler yüzle dinlemiş herkesi ve şunu söylemiş:
"Her gece yatağımda yatarken yukarı baktığımda, üzerimi örten sonsuz yıldızları ve ayı göreceğim. Bundan güzel birşey olabilir mi?" demiş çiftçi.

Otobüs çok mu sıkışık. Kapatın iki saniye gözünüzü ve kendinizi bembeyaz kumların olduğu bir sahilde, palmiyelerin altında, masmavi denize bakarken hayal edin.
Açın şimdi gözlerinizi. Otobüs o kadar da kalabalık değilmiş aslında...

Günün Köşe Yazısı

Pazar gününün köşe yazısı Reha Muhtar'a ait.

Reha Muhtar sürekli takip ettiğim bir köşe yazarı değil. Gözüme takılınca okurum yazılarını. Bazen köşesinde farklı kişiliklerin ilginç hayat hikayelerini anlatır. Bugün de eski Yunanistan Başbakanı'nın son 10 yılını anlatan harika bir yazı yazmış. Siyaset, Yunanistan, aşk ve yaşam üzerine bol bol düşünülmesi gereken bir yazı olmuş.
Okumanızı öneririm.

Reha Muhtar'ın bugünkü yazısı

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Tek Cümle

Love is when you tell a guy you like his shirt, then he wears it everyday.

Noelle - 7 years old

Günün Köşe Yazısı

Günün köşe yazısı Radikal'den Yıldırım Türker'e ait.

İsmet Sungurbey'i anlattığı yazısı, günümüz insanlarının önceliklerini, hayatlarını, değerlerini ve değer verdiklerini tekrar gözden geçirmeleri gerektiğini hüzünlü bir hayat hikayesi ile anlatıyor. Böyle insanların yaşamış olduğunu bilmek insana huzur ve mutluluk veriyor.

Yıldırım Türker'in bugünkü yazısı

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Dış Dünya

Bazen kendi içimizden çıkıp dışarıya da göz atmamız gerekiyor. Boş zamanlarımda farklı bloglara farklı yazılara yönelmeyi seviyorum. Sevdiğim, hoşuma giden yazıları da buraya eklemeye karar verdim.

Ömer Ekinci'nin blog'undan ben merkezci insanlar ile ilgili güzel bir değerlendirme ve hoş bir fıkra.

11 Mayıs 2010 Salı

Yemeksepeti'nin World of Warcraft reklam kampanyası

Yemeksepeti eğlenceli bir reklam kampanyası hazırlamış. Daha önceden haberim olmuştu ama videoyu bugün izleyebildim. World of Warcraft oyuncularına oyuniçi yemek hazırlayıp veren bir karakter yaratıp, paket servis hizmetlerini World of Warcraft'a da yerleştirmişler.

Video'yu buradan izleyebilirsiniz.

Tek Cümle

BUGÜN bu köşeyi dünyanın en temiz ve masum canlıları; sincaplardan, geyiklerden, kedilerden, yunuslardan, köpeklerden, martılardan, turnalardan alıp, yeryüzünün en tehlikeli, en vicdansız, en kirli canlısı insana ayırıyorum...

Bekir COŞKUN

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Iron Man 2 (2010)

2008 yılında Iron Man'i incelediğimde filmi ne kadar çok beğendiğimi ve hayran kaldığımı burada belirtmiştim. Bundan dolayı serinin ikinci filmini de büyük bir heyecanla bekledim ve geçen cuma film vizyona girer girmez izleme şansı elde ettim.

Filmi, Profilo Alışveriş Merkezi'nde birinci salonda izledim. Profilo'ya uzun zamandır gitmemiştim. Basık tavanlı, anlamsız bir mimariye sahip olması, gecekondu alışveriş merkezi havası yarattı bende. Koştura koştura yetiştiğim seans 30 dakikalık bir reklam sağnağı ile başladı. Tam 30 dakika reklam veren AFM Profilo'yu canı gönülden kutluyorum. Aferin size aynen devam. Ayrıca film ses sistemi aralıklarla sorun çıkardı. Yeri geldi ses boğuldu, yeri geldi ses gitti. Bir daha Profilo'da sinema izleyeceğimi sanmıyorum. Zaten film çıkışı sinemanın danışma masası şikayeçilerle dolmuş taşmıştı. Salonun nispeten boş olduğunu da eklemek istiyorum.

Filme gelirsek, ilk filmin verdiği büyük heyecanı, büyük keyfi bu sefer bana veremedi Iron Man. Sorunlar yaşayan bir karaktere bürünmüş Spark'ın akıllanması ve dostu düşmanı anlaması ile derinleşmeye çalışan konu pek ilgi çekici değildi. Oyunculuk ilk filmdeki farklılıktan uzak geldi bana. İlk filmde oyunculuk da çok iyiydi.

Iron Man 2, günümüzde bir çok Hollywood filminde olduğu gibi görsel efektler konusunda başarılıydı. Yine de zırhın CGI olmadığı noktalarda kostümler bana pek iyi görünmedi.

Iron Man 2'de hoşuma giden bir nokta, iyi seçilmiş müziklerdi. "Should I stay or should I go?" eşliğinde Iron Man izlemek son derece hoştu. Hikayeye katılan yan karakterler çok da ilgi çekici ve özel değillerdi. Olsa da olur olmasa da dedirtti.

Iron Man'in ilk filmini çok beğenmiştim, bu film ise vasatın üzerinde aksiyon, kaliteli CGI, iyi müzikler ve keyifli saatler vaad ediyor ama daha fazlasını değil.

IMDB

7/10

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Legion (2010)


Karayip Korsanları, Grindhouse gibi filmlerin görsel efektlerini yapan ekipte yer alarak kendini ispatlamış Scott Steward'ın yazıp yönettiği Legion, vadettiği hiçbirşeyi bize sunamayan vasat bir film olarak tarihin tozlu raflarındaki yerini alıyor.

Zayıf oyuncu kadrosu, çok kötü yazılmış karakterleri, ilgi çekicilikten uzak hikayesi ile bir televizyon filminin ötesine ne yazıkki geçemiyor.

Filmi Astoria'da izledim. Astoria sinemalarının nasıl ayakta kaldığını çok merak ediyorum. Cuma akşamı koca salonda sadece 4 kişinin olması son derece enteresan. Bundan şikayetçi miyim? Elbette hayır. Boş salonda film izlemek çok keyifli.

Film ile ilgili anlatacak fazla birşey yok açıkçası. Şehirlerarası yolda ufak bir lokanta, yolda kalmış insanlar ve lokantayı basan zombimsi yaratıklar. Çok tanıdık değil mi? İşin içine  enteresanlık olsun diye melekler de katılmış ve Legion ismiyle önümüze çıkmış.

Legion'u belki son tercih olarak düşünebilirsiniz ama siz en iyisin onun yerine o paraya bir kitap alın ve kahvenizi yudumlayarak kitap okuyun, hem kendinize hem de tüm insanlığa daha faydalı bir iş yapmış olursunuz...

IMDB

4/10

28 Nisan 2010 Çarşamba

Bedelsiz Askerlik Var Da Bizim Mi Haberimiz Yok?

Bedelli askerlik tartışması geçtiğimiz haftanın heyecan yaratan gündem maddelerinden birisiydi. Başbakan'ın Genelkurmay Başkanı ile yaptığı görüşmeden beni hiç de şaşırtmayan bir cevap çıktı; "PKK terörü devam ettiği sürece bedelli askerlik olamaz." Mantıklı bir cevap tabi. Peki acaba zorunlu askerlik toptan mantıklı birşey mi? Hadi biraz beyin fırtınası yapalım.

Türkiye'de 18 yaşını geçmiş her erkek birey askerlik yapmak zorunda. Tekrar ediyorum ZORUNDA. Kaçarı yok. İster 1 gün, ister 28 gün, ister 16 ay. Kaçarı yok. Askerlik yapmak için uygun olmasanız bile askerlik şubesinde geçireceğiniz kafadan 2 gününüz var.

Neresinden tutsanız elinizde kalacak bir durum aslında. 4 tarafı düşmanla çevrili(!) güzel yurdumda her erkek bomba atmayı, silah kullanmayı, yerleri silmeyi, pul yapıştırmayı, yaprak toplamayı bilmek zorunda.(Bu yazdıklarımı ben değil, askerliğini yapıp orada yaşadıklarını anlatanlar söylüyor.)

Ortada bir sorun var. Demokrasiden bahsediyorsak askerliğe gitmek isteyip istememek konusunda da insanların özgür bırakılması gerekmiyor mu? Askerlik yerine sosyal sorumluluk çalışması yapsak mesela? Artık kimse topla tüfekle savaş kazanmıyor. Uydular, lazerler gelişti sanki. Ekonomik güç de en az askeri güç kadar ülkeler için önemli bir duruma geldi.

Belirli bir yaşa gelmiş, belli bir eğitim almış insanı bir süreliğine hayattan soyutlayıp ülkene yardım et diye eline silah tutuşturmak demokrasi ise ben bir daha düşünebilirim demokrasinin doğruluğunu. Tabi bu konu demokrasi içinde ele alınmak zorunda da değil. Bu biraz kişisel özgürlük gibi.

Askerlik çok önemli bir meslek. Evet bir meslek. Her profesyonel meslek gibi askerliğin de profesyonel olması lazım. Askeriyenin zorunlu askerlik ile ucuz iş gücü kazandığını söyleyenler de var.

Hepimiz ülkemizi çok seviyorum, bugün bir savaş çıksa ülkesini savunmayacak bir kişi olabilir mi? Hemen her bireyin az biraz temel askeri eğitim almasında bir problem yok hatta çok da doğru. Mesela bunu her yıl bir haftasonunu bir eğitim kampında gerekli eğitimi alarak geçirsek daha mantıklı olmaz mı? Yurtdışında örnekleri de var. Ben askerliğimi yaptıktan 20 sene sonra savaş çıksa ben nasıl hatırlayacağım 20 sene önceki eğitimimi? Bu da bir sorun.

Türkiye'deki askerlik sistemi ile ilgili 5 sene içerisinde büyük adımların atılacağını düşünüyorum. PKK terörünün elimizi kolumuzu bağladığı bir gerçek. Ülkede bir terör sorunu olmasa askerlik bu kadar büyük bir problem de olmazdı diye düşünüyorum. Herşeye rağmen insanın güçlü bir orduya sahip olduğunu bilmesi, kendini güvende hissetmesini sağlıyor bu da yadsınamaz bir gerçek.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Apple Yeni iPhone'u Bile Bile Mi Çaldırdı?

Son günlerde teknoloji dünyası bir barda unutulan yeni iPhone ile yatıp kalkıyor. Apple'da çalışan bir yazılım mühendisinin barda unuttuğu iddia edilen telefon gündeme bomba gibi düştü. Gerçek mi değil mi tartışması tüm internet sitelerinde tartışmaya açıldı. Bu kadarı bile bu unutma hadisesinin Apple için büyük bir reklam oldu.

Belki de o telefonu kasıtlı unutup, kasıtlı bir biçimde ortaya çıkmasını istediler. Ortaya çıkan durum tam bir viral patlaması. Apple ürünün lansmanını yapsa anca bu kadar etki bırakabilirdi. Apple'ın genel olarak çok kullandığı bir teknik bu. Ürün hakkında dedikodular yayıp, ürünün herkesin gözündeki değerini yükseltmek.

Bana kalırsa bu yeni iPhone kaybetme olayı pek inandırıcı değil ama aletin gerçek olma ihtimali kuvvetle muhtemel. İstem dışı ya da bilerek, iPhone daha piyasaya çıkmadan ortalığı toz duman etti.

15 Nisan 2010 Perşembe

Bu Ülkenin Resmi Dili Turkish'tir

Gün geçtikçe Türkçe'nin yok olduğunu görüyorum. Anlık mesajlaşma programlarının yaygınlaşmış olması,  cep telefonundan kısa mesaj çekmenin yemek, içmek, yürümek kadar sıradan bir duruma gelmiş olması bu yok oluşu tetikleyen etkenler arasında yer alıyor.

Aslında dilimizi kaybedeceğimiz çok belliydi. Nasıl mı belliydi? Gelin hep beraber bir yürüyüşe çıkalım. Önce giyinmekle başlayalım. Üstümüzde ismi Türkçe olan bir firmanın ürünü var mı? Spor ayakkabısı Türk markası olan var mı? Hadi diyelim marka Türk, peki ürünün adı? Montumuz, pantalonumuz, gözlüğümüz herşeyimiz yabancı isimli. Kapıyı açınca bir bakıyoruz kapımızın önüne atılmış bir sürü reklam afişi. Hiçbirinin isminin Türkçe olmadığı farklı farklı markaları göre göre yola devam ediyoruz.Yürürken sağımıza solumuza bakalım dükkan isimleri nasıl acaba. Ben en son gördüğümden örnek vermek istiyorum; erkek berberi "Trash".

Haydi yemek yemeye gidelim ne dersiniz? Anında servis restoranlara göz atıyoruz. Anında servis? Pardon, fast food demek istemiştim. Lokantaların %70'i yabancı kökenli. Hatta yabancı demeye gerek yok, çoğu batı kökenli.

Fazla uzatmak istemiyorum. Dilimizi kaybetmek sırf bize ait bir durum değil. Dünya küçülüyor, milletler, ulus devletler ayakta durmak için kullandıkları temel değerlerini kaybediyor. Dilleri, dinleri, örf-adetleri, yemek kültürleri yok olmayla karşı karşıya. Dünya düzeninin istediği de tam olarak bu aslında. Tek dünya, tek devlet, tek halk... Herkes aynı şeyi yesin, herkes aynı şeyi giysin, herkes aynı şekilde düşünsün. Bilimkurgu filmlerinin bir bölümünde gelecekle ilgili en çok dikkat edilen noktalardan biri herkesin benzer kıyafetler giymesidir. Sizce bu sadece bir tahmin mi? Hiç sanmıyorum.

Konuya girişi dilden yaptım ama sonuçta bağladığım yer çok daha farklı. Biraz düşünmeye zorlayalım kendimizi...

Bir çoban ve bir sürü dolusu koyun. İşte dünyayı yönettiğini sanan insanların asıl istediği dünya bu. Ne güzel di mi?

7 Nisan 2010 Çarşamba

Hayattaki Büyük Hatalar

Muhtemelen bir altın gününden çıkmış iki yaşlı teyzenin bütün otobüs yolculuğu boyunca durmaksızın konuşmasına tahammül edemeyip tepki göstermek ve o durmaksızın konuşmanın direk size yönelmesini sağlamak... Kaptan orta kapıyı açar mısın kendini otobüsten dışarı atacak var...

6 Nisan 2010 Salı

Hayattaki Büyük Hatalar

Uyuyan bir köpeği sevip mıncıklamaya çalışmak...  Isırmasın?

3 Nisan 2010 Cumartesi

Hayattaki Büyük Hatalar

Dallarında kuş dolu bir meşe ağacının altındaki bankı boş görüp hemen oturmak. Neden burası boş diye hiç düşünmemek.

Düşünsel - Bazı İnsanlar Köklerinden Kötülükle Doğar

Bazı insanlar bizi çıldırtır, "bunu bana nasıl yapar" deriz. Davranışlarına anlam veremeyiz. Yaptıkları hareketler etraflarındaki insanları öyle kırar ki yaptıkları tahribattan haberdar bile değildirler. Bu tarz insanlardan uzak durmamız gerekiyor çünkü etraflarına yaydıkları negatif enerji sizi bir karadelik gibi içine çeker. Kendinizi kötülüğün kollarında ızdırap çekerken bile bulabilirsiniz. Biraz ileri mi gittim? Hiç de bile.

Kötü insanlar size mutsuzluk verir, sizi gerer ve rahatsız eder. Kendinizi huzurlu hissetmezsiniz onların yanında. Sorunlarınız çok büyük görünür gözünüze, dertleriniz üstesinden gelinemez görünür. Kırılırsınız, yıpranırsınız. Etrafınızdaki insanlar sizin hayatınızı isteseniz de istemeseniz de etkiler. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim atasözü boşuna söylenmemiştir.

26 Mart 2010 Cuma

Hayattaki Büyük Hatalar

Otobüse binen yaşlıya yer vermeyip bütün yol tepende "Şimdiki gençler çok fena, bizim zamanımızda böyle miydi? Yaşlı biri binince herkes ayağa kalkar yer vermek için çırpınırdı" laflarını dinlemek. 2 durak kaldı sabret az daha...

24 Mart 2010 Çarşamba

Tıkıntı Cafe

Beşiktaş'ta öğle yemeği için Tıkıntı'daydık. Dışarıdan bakınca ilgi çekici görünmese de yemekleri son derece lezeetliydi. Burger King, KFC vs. gibi yerler yerine ilaç gibi geldi burayı öğrenmiş olmam. Portekiz Usulü Tavuk bayağı iyiydi. Diğer çeşitlerini de deneyeceğim...

16 Mart 2010 Salı

Genç Nüfus İşsizlik Oranı Açıklandı: %24

Genç nüfusun işsizlik oranı %24 olarak açıklanınca Türkiye'de yer yerinden oynadı!?+#&% Aslında hiçbirşey değişmedi. Çünkü değişebilecek pek birşey yok. Durum ortada. Üniversite mezunu arkadaşlarımla görüştüğümde çoğu iş yerinden memnun olmadığını söylüyor ve çok çalıştırıldığından şikayet ediyor. Kriz dönemlerinde işverenler az maaş çok iş prensibi ile hareket ettiklerinden, çalışanlar mutlu olmazlar.
Herkes kapağı devlete atma derdinde. KPSS, KPDS kursları ÖSS kurslarını sollayacak neredeyse. Devlette çalışanlar da zil takıp oynamıyor. Devlet kurumlarının kendi içlerindeki bürokrasi ve karmaşa, devlete kapağı atıp kendini kurtarma telaşındaki insanları yıldırıyor. Nereden bakarsanız elinizde kalacak bir durum var. Özel sektör tabiri caizse sömürüyor, devlet de bıktırıyor.


Eee bu durumda ne yapmalı?

Kriz dönemlerinde işsiz sayısı tavan yaptığı için elinizdekinin kıymetini bilin. Nerede çalışıyorsanız dört kolla sarılın. Aza tamaat edin ve diğer iş fırsatlarını kovalayın. Kendinizi geliştirin ve fark yaratmaya çalışın.

Peki ya %24?


Korkutucu bir rakam... Her dört kişiden birisi işsiz demektir bu. Üniversitede okuyan kişi sayısı da üniversite sayısına bağlı olarak her sene arttığından kalifiye işsizlik diz boyu... İş arıyorsanız bıkmadan usanmadan başvurularınızı yapın, boşta durmaktansa zamanı değerlendirmeye çalışın. Beklentilerinizi düşürün ve gerçeklerle yüzleşin; sizin durumunuzda olan çok insan var, yalnız değilsiniz...

14 Mart 2010 Pazar

Kadıköy - Pendik Minibüsleri

İstanbul Anadolu Yakası'nda oturuyorsanız ve eviniz minibüs yoluna yakınsa Kadıköy - Pendik minibüslerinden haberdarsınız demektir. Özellikle gece geç saatlerde bu hattın şoförleri bildiğiniz Formula 1 pilotu gibidirler. Ne trafik kuralı dinlerler ne de taşıdıkları insanlara değer verirler. Bu minibüslerde kendinizi kesime gidecek küçükbaş gibi hissedersiniz. Şoförler sürekli küfrederler, diğer minibüsleri geçmeye çalışırlar, her sokak başında korna çalar, müşteri beklerler. Trafik kuralları onlar için baştan yazılmış gibidir. Gitmek istediğiniz yere ulaşmak işkenceye dönüşür. Bu minibüsleri kullanmamaya çalışıyorum ama insan bazı durumlarda zorunlu kalıyor.

Kadıköy - Pendik arasında bir diğer ulaşım aracı 17 numaralı belediye otobüsü. Minibüse göre daha insancıl olmasına karşın çok kalabalık olması sizi bıktırır. Yine de minibüsten kat be kat iyidir.

Minibüslere bir şekilde tepkimizi göstermemiz gerekiyor. Binmeyelim, bindirmeyelim! Uyaralım şoförleri rahatsız olunca, gerekli yerlere şikayet edelim. Ben İBB'ye şikayetimi bildirdim, minibüsleri ve hatları düzenli kontrolden geçirdiklerini söylediler. Şikayetçi olduğum minibüsün plakasını istediler. Demekki rahatsız olduğumuz durumlarda plakayı alıp bildirelim... Ayrıca size korna çaldıklarında hiç kaale almayın. O zaman da minibüste bekleyen insanlara yazık oluyor ama şoförlerin sürekli korna çalarak müşteri toplayamayacaklarını öğrenmeleri gerekiyor.

Gebze-Haydarpaşa banliyösünü de uzun zamandır kullanmadım. Bu ara ona da yönelmeyi düşünüyorum..

7 Mart 2010 Pazar

Eurovision Üzerine

Eurovision'daki Değişim ve Başarının Sırrı

1997 yılında Şebnem Paker ile 3. olduğumuz Eurovision'un üzerinde 13 yıl geçti. Youtube'da o videoyu izlediğimde  bugün bile çok başarılı bir şarkı olduğunu düşünüyorum. O videoyu izlerken bir detaya dikkatinizi çekmek istiyorum: Sahne ne kadar küçük fark ettiniz mi? Günümüzde Eurovision'da devasa sahneler görüyoruz. Sürekli zıplayan erkekler ve kadınlar, renk cümbüşü, alev efektleri sürekli bir göz boyama... Eskiden ne kadar da farklıymış. Şarkıcı sahneye çıkar, yerinden fazla kıpırdamana şarkısını söyler, teşekkürünü eder yerini terk edermiş. Sahne şovu olmayan bir şarkının başarılı olması gerçekten çok zor günümüzde. Zor ama imkansız değil.
Eurovision'da komşusu çok olan kazanır tezi de hiç geçerli değil bence. Her sene farklı bir ülke birinci oluyorsa demekki herşey komşuluk ilişkilerine bağlı değil. İyi şarkı, hoş melodi herşeyin üstündedir. Sertab'ın birinci olduğu sene ikinci olan Belçika'nın şarkısını hatırlıyor musunuz? Varolmayan bir dilde yazılmıştı. Demekki şarkının ingilizce olması da şart değil. Bunun için  2007 yılının galibi Marija Serifovic'in Molitva şarkısını dinlemek yeterli.
İyi melodi, güzel bir sahne şovu, başarılı performans yeter de artar.


Manga Söylüyor: We Could Be The Same

Bugün son yıllarda Eurovision'a gönderdiğimiz şarkıcılara göz attım. Sertab Erener, Athena, Mor ve Ötesi, Kenan Doğulu, Manga, Hadise... Sibel Tüzün ve Gülseren'i bu grubun dışında bırakıyorum çünkü bence yanlış tercihlerdi ve kötü performanslardı. Belirttiğim isimler günümüz popüler kültüründe adını herkesin bildiği şarkıcılar.
TRT ısmarlama şarkı konseptine geçmekle doğru bir karar vermiş gibi görünüyor. Ülke içinde yapılacak bir yarışma ile şarkıcıyı ve şarkıyı seçme yöntemi iyi sonuç vermiyor bizim ülkemizde. Athena'nın For Real şarkısı seçilirken grubun ürettiği üç şarkı TRT'de ekrana gelmiş ve izleyiciler mesajla oylarını kullanmıştı. Sonuçta en çok oyu For Real almıştı. Benim gözümde en başarılı Eurovision performanslarından biriydi. Buradaki sorun, o oylamaya atılan toplam oy sayısı, o sırada başka bir kanalda olan Popstar yarışmasına atılan oy sayısının onda biri kadardı. Yani halkımız Popstar'a daha çok önem veriyor. Bu durumda Eurovision'a yolladığımız şarkıcılarımızı bu kadar eleştirmek hakkımız mı?
Manga'nın seçimi çok doğru bir karardı. Ben de TRT'nin internet sitesinde Manga'ya oyumu vermiştim. We Could Be The Same ilk dinlediğimde bana amatör bir şarkı yarışmasında fırlamış havası verdi. Sanki mini mini bir kuş donmuştu gibi bir melodisi vardı. Birkaç kez dinledikten sonra şarkının beynimde dönmeye başladığını fark ettim. Demekki şarkı kulakta kalıcı bir etki bırakabiliyor. Manga'dan görmek istediğimiz sertlik şarkıda pek yok. Bir türlü şarkının temposu yükselemiyor, vites yükseltemiyor gibi... Manga'nın yarışma için ürettiği diğer iki şarkının bundan da ağır şarkılar olduğunu duyduktan sonra çok merak ettim o şarkıları da.
Türkçe ya da ingilizce olması tamamen grubun tercihidir. Eğer ingilizce şarkı konusunda iddialıysanız yapın. Ferman'ın ingilizcesi anlaşılır bir ingilizce ama sanki şarkının hissini veremiyor. Ya da şarkıda his yok bilemiyorum...
Benim Manga'dan beklentim biraz yüksekti sanırım. MTV'de ödül aldıktan sonra bunu bir basamak olarak kullanmak isterler diye düşünmüştüm. Daha agresif ve iddialı bir şarkı bekliyordum. Bu şarkı sanki "Orta sıralara oynayalım çok risk almayalım 1-0 olsun bizim olsun" der gibi...
Benim kişisel tahminim bir ilk 5 zor ama ilk 10 kesin...
TRT'yi de tebrik ediyorum Manga seçiminden dolayı...

25 Şubat 2010 Perşembe

Güncel

Hürriyet yazarı Sedat Ergin 10 ay hakim karşısına çıkmayı bekleyen Aylin Duruoğlu ile ilgili güzel bir yazı yazmış bugünkü köşesinde. Okumanızı tavsiye ederim. Türkiye'deki yargı sürecinin işleyişi ile ilgili problemler olduğunu biliyordum ama tutuklananların %50'sinin suçlamalardan beraat ediyor olması çok acı. 10 ay tutuklu yat, sonra 5 dakikada tahliye ol. Sabır testi gibi...

Sedat Ergin'in bugünkü yazısı

23 Şubat 2010 Salı

Wadio

Warez-bb.org benim için anasayfa gibi birşey. Çok da güzel bir radyoları var. Şarkı seçimleri de fena sayılmaz. Ne dinlesem diye kararsız kalırsanız denemeye değer.

24 Ocak 2010 Pazar

İş Mülakatı

Yenibir.com sürekli bülten yollar bana sağolsun. En son gelen bültendeki bir bölüm hoşuma gitti; İş görüşmelerindeki ilginç cevaplar. Aşağıda bir yerde olacaklar bir bakın bakalım;

Soru: Özgeçmişinizde bekar olduğunuzu görüyorum, evlenmeyi düşünüyor musunuz?
Cevap: Bu bir evlenme teklifi mi?!
Soru: İki yıllık evliymişsiniz. Çocuk yapmayı düşünüyor musunuz?
Cevap: Kararsızız. Akşam bize buyrun, eşimle birlikte konuşalım dilerseniz bu konuyu.
Soru: Vardiyalı çalışma sizin için uygun mudur?
Cevap: Evet ama yalnızca gündüz vardiyası.
Soru: Bu aralar en çok hangi şarkıları dinliyorsunuz?
Cevap: Niye, söyletecek misiniz?
Soru: Bu şirkete ne katmayı düşünüyorsunuz?
Cevap: Kısmetse, birbirine katmayı planlıyorum.
Soru: Önümüzdeki beş yıl için kariyer planlarınız nedir?
Cevap: Öncelikle bir iş bulmak. Sonrasında da çıkmamak.
Soru: Neden bu pozisyon için uygun kişi olduğunuzu düşünüyorsunuz?
Cevap: Siz neden düşünmüyorsunuz?
Soru: Ücret beklentinizi öğrenebilir miyim?
Cevap: Ücret teklifinizi öğrendikten sonra, elbette ki söyleyeceğim zaten.
Soru: Bu pozisyonda çalışacak kişinin seyahat etmesine engel bir durumu olmaması gerekiyor. Sorun yok değil mi?
Cevap: Kesinlikle yok. Siz masraflarımı karşıladıktan sonra, hiç sorun değil.
Soru: Ekip çalışması konusunda kendinizi başarılı görüyor musunuz?
Cevap: Kesinlikle. Takım arkadaşlarıma sorabilirsiniz. Her Çarşamba halı saha maçımız var, bekleriz.

Kaynak

18 Ocak 2010 Pazartesi

Asya-Avrupa Geçişlerinde Vize Dönemi Başlıyor!

Bundan böyle Asya'dan Avrupa'ya geçen her insan pasaport kontrolünden geçecek ve vize başvurusu yapacak. Vizeler aylık vize, haftalık vize şeklinde alınabilecek. Vizematik'ler şehrin farklı farklı yerlerinde yer alacak.

Akıllı vatandaşlar "Eee ben Avrupa vizesi aldım bununla Paris'e de gidemez miyim?"diye soruyor elbette. Yetkililerden açıklama bekleniyor. Bu arada aylık vizenin kullanımını 150 geçişe düşürmüşler. :( Vapurda da geçmiyor. Metrobüste de 1.5 geçiş basıyor. Vapur için ayrı vize çıkacakmış. Motorda geçiyor ama.

Duyduğuma göre Avrupa-Asya ile Asya-Avrupa geçişleri de ayrılıyormuş. "Gündüz herkes Avrupa'ya geçiyor vize ücreti yüksek olsun, akşamları da sabah geçenler mutlaka geri döner o yüzden akşam da tersi pahalı olsun" diye düşünen büyüklerimize selamlar, saygılar.

Pasaport ve vize çıkarmak için gerekenler;
-Deli raporu
-Askerlik durum belgesi
-SSK numarası
-ALES'ten en az 70 puan
-İkametgah Senedi
-En son bindiği metrobüsün araç kodu
-Recep İvedik 15'in fragmanındaki en komik esprinin, giriş gelişme sonuç biçimindeki kompozisyon özetinin, aslının, fotokopisinin, scan edilmiş halinin, faxlanmış versiyonu.

(Yersen Haber Merkezi)

Gecenin Bir Vakti Patates Kızartması Macerası


Saat 00.30 ve canım patates kızartması çekti.
Karnım aç benim.
Ama bütün gün televizyon programlarında "Aman gece geç yemek yemeyin, şöyle zararlı böyle kötü..." konuşan doktor amcalar gözümün önüne gelince vazgeçtim.
Bir kerecikten birşey olmaz ki...
İnsanın canı kaç kez gecenin bir vakti patates kızartması çeker?
Neyse en iyisi birşey yemeyeyim.
Kahve mi içsem?
Kafein zararlı mı acaba gece gece?
Uykum da geldi aslında...
Neyse sabaha kahveyi içer, öğlen yerim patates kızartmasını.
Ne güzel çözdüm ama;)
ZZZzzzZZzZZZzzZZ...

10 Ocak 2010 Pazar

Yakalayın!

Otogarda ‘zayıf karne' nöbeti


Bu haberi okuduktan sonra aklıma şu sorular geldi:

-Kaçan kim?
-Niye kaçıyor?
-Kovalayan kim?
-Kaçan kimden kaçıyor?
-Kaçanı yakalayınca kaçtığına mı teslim edeceğiz?
-Ya sonra tekrar kaçarsa?
-Kim suçlu?
Kafam karıştı... :S

Eğitim şart...

Eleştirel - Yahşi Batı

Yeni bir Cem Yılmaz projesi karşımızda. A.R.O.G sonrası ne yapacağı merakla beklenen Cem Yılmaz, "Türkler Vahşi Batı'ya gitseydi ne olurdu?" fikrinden yola çıkarak tamamen kendi mizahına uygun bir film ortaya çıkarmış.

Filmin ilk sahnesinden son sahnesine kadar kendinizi Cem Yılmaz stand-up şovunda gibi hissedeceksiniz. (G.O.R.A ve A.R.O.G'da da aynı his vardı.)

Filmin +7 yaş olarak sinemalara girmiş olmasını da çok yanlış buluyorum. 8 yaşında bir çocuk o küfüleri duyabilir demek, öyle mi? İyi evde de annesine babasına, misafirlere etsin o küfürleri. Aynanın diğer yüzünden bakarsak; çocuğunuz "Anne ne demek istedi şimdi bu adam?" diye sorarsa nasıl anlatacaksınız çocuğa... Cem Yılmaz filmi küfürlü yapmak isteyebilir ki Vahşi Batı'dan bahsediyoruz burada kimsenin birbirine sevgi sözcükleri ile konuşması beklenemez ama filmin bu kadar küfürlü içeriği ile en az +13 olarak vizyona girmesi gerekirdi diye düşünüyorum.

Hemen hemen bütün Cem Yılmaz filmlerinde olduğu gibi prodüksiyon, kostüm, yönetmenlik, dekor gibi elementler son derece kaliteli.

Oyunculuk nedendir bilmiyorum, bana biraz vasat geldi. Aşırı bir yapmacıklık sezinledim ki bunu daha önceki hiçbir Cem Yılmaz filminde hissetmemiştim.

Senaryo "Vahşi Batı'ya Türkler gitse ne olurdu?" fikrinden çıktığı için çok çok büyük sürprizler beklemesin sizi. Bize ait espriler, durumlar Cem Yılmaz mizahı içinde Vahşi Batı'ya uyarlanmış. Eski Cem Yılmaz filmlerine ve kült filmlere göndermeler aynen devam ediyor. Cem Yılmaz esprilerini seven kitle için hazine gibi diyebiliriz. Ama Cem Yılmaz esprilerini sevmiyor anlamsız buluyor ve de gülmüyorsanız, çok sıkılabilirsiniz.

Benim en çok hoşuma giden nokta geçişler oldu. Zekice düşünülmüş ara ve final sahnelerini beğendim.

Özetlersek Yahşi Batı Cem Yılmaz sinamatografisinde vasatın biraz üstünde bir seyirlik olarak kalacak. Bu tarz filmler yerine biraz daha Hokkabaz, Herşey Çok Güzel Olacak tarzı filmlere yönelmesini tercih ederim. Söyleyeceğim öyle yapsın bir dahakine, kerata seni...

6/10

Yahşi Batı Resmi Sitesi

6 Ocak 2010 Çarşamba

Söyleşi-Football Manager'da Performansını Beğenmeyen Futbolcu


Ufuk(U): Hoşgeldiniz Sayın Sağlak.

Hilmi Sağlak(HS): Hoşbulduk gözüm.

U: Söyleşimize başlamadan önce lütfen biraz kendinizden bahsedin bize.

HS: Bizim oralar hep tarlaydı eskiden. Bizim ora derken, bizim köy yani. Köyde zaten tarla olur di mi? Evet doğru. Öyle işte, tarlaydı eskiden bizim oralar.

U: Anlıyorum. Peki futbola nasıl başladınız. Ondan bahsedelim. Okurlarımız heyecanla hayat hikayenizi bekliyor.

HS: Şimdi bizim köyde bir açıklık vardı. Cemil, Hamza ve ben tezekten top yapar onunla futbol oynardık. Ben hep kaleye geçerdim. Çünkü çok gol atardım. Gol atan kaleye geçer ya, o bakımdan. Sonra bir gün şehre gittik babam Kınalı'yı satacaktı...

U: Kınalı?

HS: Kınalı kuzumuz...

U: Anlıyorum. Sonra noldu?

HS: Sattı. Bana da top aldı. Öyle başladım futbola.

U: Peki bu Football Manager'da kendinizi beğenmeyip futbolu bıraktığınız doğru mu?

HS: Evet doğru. Ben yıllardır golcüyüm, her attığım 90'a gider, bakıyorum adamlar 20 üzerinden 2 vermiş benim gol vuruşu yeteneğime. Babam bunun için satmadı Kınalı'yı! Madem bende yetenek yok, bırakırım ben bu futbolu dedim bıraktım.

U: Zaten 35 yaşına gelmişsiniz. Bugün olmasa, 2-3 sene içinde futbolu bırakmanız gerekmez miydi?

HS: Yok öyle birşey. Fenerbahçeli Uche hala Nijerya'da 1. lig'de oynuyor 42 yaşında. Roberto Carlos kaç yaşında? Onun da düşmüş ama özellikleri oyunda. Baktım ben.

U: Football Manager bir oyun. Keşke bu kadar ciddiye almasaydınız.

HS: Gençlere seslenmek istiyorum buradan. "Bu adam pek gelişmez." diyen scout'lar var. Hepsinin amacı Türk gençlerinin önünü tıkamak! Kasıtlı bunlar. Beni futboldan soğuttular. Dış güçler, ah o dış güçler.

U: Çok teşekkürler Sayın Sağlak bize vakit ayırdığınız için.

HS: Ben teşekkür ederim gözüm. Geçsene kaleye iki şut atak.

U: ...


Kendini beğenmeyip, "Of ya çok güçsüz yapmışlar beni" diyen futbolcular vardır kesin di mi? :) Nasıl bir his acaba. :P

5 Ocak 2010 Salı

Eleştirel - Avatar


"James Cameron'ın en sevdiğin filmi hangisi?" diye sorduğunuzda kadınlar Titanic, erkekler de Terminator 2 derler. Titanic 11, T-2 de 4 Oscar heykelciğini ceplerine indirmiş yapımlardır. Nereden bakarsanız bakın dünya sinema tarihi için kalite çıtasını hep yükseltmeye çalışmıştır James Cameron.

Avatar, Cameron'un uzun yıllardır çekmek istediği ama teknolojinin biraz daha gelişmesini beklediği bir film. "George Lucas da Star Wars için bekleseydi o zaman." dediğinizi duyar gibiyim. Eh zaten Episode 1-2-3 pek de uzak tarihte çekilmedi sanırım.

Avatar'ın bu kadar sansasyonal olmasının sebebi nokta büyük oranda teknolojiden ibaret. Evet ortada bir görsel şaheser var. AFM sinemalarında filmi Xpand 3d, Cinebonus'larda Real 3d olarak izleyebilirsiniz. Ben filmi AFM'de izledim ve gözlüklerden istediğim performansı alamadım. Bir çok yerde filmi Real 3d ile izlemenin daha iyi olduğu yazıldı, çizildi. Bu da bilinmesi gereken bir nokta.

Avatar günümüz teknolojisinin geldiği son noktayı gözümüze gözümüze sokarken, bizi tamamen fantastik bir dünyanın içinde gezdirmeyi de ihmal etmiyor. Günümüz dünyasının bir yansımasından ibaret Pandora gezegenindeki "doğayı keşfet, kaka insanlar, aşk-meşk" konulu sahneler filmin ana temasını oluşturuyor. Yani senaryo bakımından ortada pek bir cinlik yok. Titanic'te nasıl filmin sonunu başından biliyorsanız, Avatar'da da bir sonraki sahneyi tahmin etmek çok zor değil. Genel bir klişe yoğunluğu içindeki senaryonun içine serpiştirilmiş hoş detaylar var. Pandora gezegenini keşfetmek, tavşan deliğinin dibini araştırmaya benziyor. Doğanın, hayvanlarla olan bağı çok detaylı ve hoş.

Oyuncular filmin çekimleri sırasında dijital bir interaktivite çerçevesinde rollerini oynamaya çalıştıkları için oyunculuk vasatın üzerine çıkmış durumda. Yine de diyaloglardaki saçmalıklar ve anlamsızlıklar iyi bir sinema izleyicisi için sinir bozucu olabiliyor.

Sinema bir eğlence. James Cameron sinema sektörünü kendi oyun alanına çevirmenin yollarını çok iyi biliyor. Teknolojinin de imkanını kullanarak, gelecek için bize hoş işaretler veriyor. Herşeye rağmen şunu unutmamak lazım, iyi bir senaryo her zaman teknolojiyi döver...



7/10

Avatar resmi sitesi

Tek Cümle


İnsanları neden öldürüyorsunuz, biraz bekleyin zaten ölecekler. KONFÜÇYÜS

(Buraya wikipedia vs linki koyacaktım wiki çöküktü koyamadım, affola.)

Thundercats


Küçükken az izlemedim bu kerataları... Zıplar hoplar böyle bilimum ninjalık yaparlar beni benden alır, rüyalarıma girerlerdi. Sonra büyüdüm unuttum onları. Eh haliyle dünyanın gerçekleri beni kopardı masal dünyamdan. Ne de mutluydum ben onlarla. Neyse...

Kel olanda bir şeytan tüyü var ama bilgelikten mi yoksa kel olduğunu kapamak için zeki gibi mi görünüyor tam şey yapamadım...

4 Ocak 2010 Pazartesi

Çok Zaman Geçti Be Blog!


Uzun zamandır blogum ile ilgilenemediğimi farkettim. Küsmüş bana, ilgisizlikten. Eskiden buraları tarlaydı böyle uçsuz bucaksız, ya ya. Boş vakit çok olunca doldururum yine buraları üzüm bağları, portakal ağaçları ile. Beni bekleyin anacım, çay suyu koyup geliyorum...