28 Aralık 2007 Cuma

Çantadaki Oyuncak

Her sabah yaptığım gibi Kadıköy'deki evimden Beşiktaş'taki işyerime gitmek üzere vapur iskelesine gelmiştim. 8.15 vapurunun kalkmasına daha 10 dakika vardı ama iskele şimdiden hınca hınç doluydu. Kalabalığın arasından ön taraflara doğru ilerlemeye çalıştım. Kendime uygun bir yer bulunca durup vapurun gelmesini beklemeye başladım.

Vapuru beklerken etrafımdaki insanları incelemeyi herzaman çok sevmişimdir. Gazete okuyanlar, müzik dinleyenler, hala uyanamamış olup uyuklayanlar ve benim gibi etrafı inceleyenler...

Kısa bir beklemenin ardından vapur iskeleye yanaşmıştı. Vapurun yanaşmasıyla birlikte biz iskelede bekleyenler Beşiktaş'tan gelen yolcuların vapurdan inmesini bekliyorduk. Ne kadar da uzun sürüyordu inmeleri!! Sanki bütün yolcular ağır çekimde terk ediyor vapuru... Bir anda empati kurup kendimi vapurdan inen birinin yerine koydum ve iskelede bekleyenleri düşünmeye çalıştım. Bir taraf vapura binmeyi beklerken, diğer taraf vapuru terk etmeye çalışıyor. Aynı yerde gerçekleşen birbirinin tam tersi iki olay. İskeledekiler sanki vapur hiç boşalmayacak gibi hissederler ama yapılan araştırmalar göstermiştir ki aslında bir vapur en fazla 2 dakika içinde boşalır. Gereksiz bilgiler ansiklopedisi sayfa 165...

Kafamda bu düşünceler geçerken kapılar açıldı ve bütün kalabalık bir anda ilerlemeye başladı. Tam bir insan seli... İnsanların karıncalara benzediğini söylerler ya, vapura ilerleyen insanlara bakarsanız bunun gerçek olduğunu görebilirsin... İskeledeki bekleyişin ardından vapura binmek için koşar adım ilerledim ve kendimi vapura attım. Merdivenleri çıkıp üst kata çıkmak için ilerledim ve gözüme hoş görünen bir köşeye yerleştim. Vapura binen insanlar boş koltukları teker teker doldurmaya başladılar. Ben de bu sırada çantamdan Stephan King'in Kara Kule kitabını çıkarıp okumaya başladım.

Vapur iyice dolduktan sonra kalkış saatinin yaklaştığını hissetmiştim. Kafamı kaldırdım ve etrafa şöyle bir baktım. Karşımda oturan küçük çocuğu ve yanındaki kadını gördüm. Kadın muhtemelen küçük çocuğun annesiydi. Kadının uzun kumral saçları vardı. Mavi gözleri sevgi ve şevkat doluydu. Gözlerim kadından çocuğa kaymıştı. Çok sevimli 5-6 yaşlarında bir erkek çocuğuydu. Gözlerini annesinden aldığı anlaşılıyordu. Kafasında Mickey Mouse figürlü bir şapka vardı. İleride zeki bir çocuk olacağının sinyallerini veren bir şekilde durmadan etrafı gözlüyordu ama sık sık da kucağındaki çantasına bakıyordu. Farkında olmadan bir süre çocuğu izlediğimi anladım. Yüzüme hafif bir tebessüm gelmişti. Kitabımı okumaya devam etmeye karar verdim ve o an vapurun motoru çalışmaya başladı. Hareket saati gelmişti...

Vapur hareket etmiş ve hergün olduğu gibi yaklaşık 25 dakika sürecek yolculuk başlamıştı. Ben bir taraftan kitabımı okurken bir taraftan da karşımdaki çocuğun hareketlerini izlemeye çalışıyordum. Küçük afacan, çantasını açıp içine bir bakış attıktan sonra etrafa ve özellikle annesine gülücükler saçıyordu. Bunu birçok kez tekrarlamıştı. Vapur yolculuğundan keyif aldığı da her halinden belli oluyordu. Vapur koltukları için kısa olan bacaklarını koltuktan aşağı sallandırıp duruyordu. Çok sevimli bir görünümü vardı. Arada sırada benimle de gözgöze geliyordu ama sonra utanıp gözlerini kaçırıyordu. Bir kez daha çantasına hareketlendi ve açıp içine sevgiyle baktı ve sonra kafasını annesine doğru çevirip içindekini annesine doğru gösterdi. Dışarıyı seyretmekle meşgul olan kadın çocuğuna doğru dönüp onun başını okşadı ve dünya üzerinde sadece bir annenin kendi çocuğuna karşı duyabileceği sevginin ne demek olduğunu gösteren bir şekilde oğluna gülümsedi. Çocuk çok mutlu görünüyordu. Bense gittikçe artan bir şekilde çantanın içinde ne olduğunu merak etmeye başlamıştım. Vapur yolculuğumuz neredeyse yarısına gelmişti ve ben yolculuk bitmeden çantanın içinde ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Çok sevdiği bir oyuncak mı? Bir boyama kitabı mı? En sevdiği çikolata mı? Belki de bir resim...

Çocuk da benim merakımı anlamış ve bana afacan afacan bakışlar atmaya başlamıştı. Merakıma yenildim ve küçük çocuğa doğru eğildim. "Küçük bey beni çok merak içinde bıraktınız acaba çantanızın içinde ne olduğunu öğrenebilir miyim? Deminden beri içine bakıp bakıp gülüyorsunuz çok merak ettiğimi söylemeliyim" dedim. Oldukça kibar ve sevecen bir şekilde konuşmuştum ve bu konuşmam çocuğun annesinin de hoşuna gitmişti. O da merakla çocuğunun ne tepki vereceğine bakıyordu. Sözler ağzımdan dökülür dökülmez biraz utandım. Ufacık bir çocuğun çantasındaki oyuncağı merak ediyordum. Çocukla çocuk oluyordum...

Çocuk bana cevap olarak çok içten bir şekilde gülümsedi. Annesi de aynı şekilde gülümsüyordu. Benim de utancım ve merakım gittikçe artıyordu.

Derken çocuk çantasını yavaşça açtı ve içindekini bana gösterdi. Şok içindeydim. Çantanın içinde hiçbirşey yoktu. Boştu... Ama çocuk hala gülümsüyordu. Olayı kavramaya çalışıyordum ama hiçbir şekilde anlam veremiyordum. Derken çocuğun annesi konuşmaya başladı. "Bu çantayı ona babası almıştı. Verirken de, bu sihirli bir çantadır ve içinde ne olmasını hayal edersen o olur demişti. O günden beri de çantayı yanından ayırmıyor. Bir çocuk için daha güzel ne olabilir ki? Her açtığında bambaşka bir oyuncak... " Ve ekledi; "Hayalgücü insanın en değerli oyuncağıdır..."

Vapur yolculuğu sona ermiş ben vapurdan inerken aklımdaki birçok şey uçup gitmişti.Kadıköy İskelesi'nde beklerken düşündüğüm iskelede bekleyen ve vapurdan inen insan psikolojisine dair herşey uçmuş ve yerinde tek bir cümle kalmıştı. İşyerime varmış, masama oturmuş günlük işlerimle ilgilenmeye başlarken bile hala aklımda o cümle vardı; Hayalgücü insanın en değerli oyuncağıdır...

26 Aralık 2007 Çarşamba

Tek Cümle

Saklandığın delikten çıkmak için birisinin içeri çomak sokmasını bekleme...

Hayat ne değildir?

Bize hep hayatın ne olduğunu anlatmaya çalıştılar. Onu anlayıp kurallarına göre oynayabilmemiz için...

Hayatın gizemli bir tarafı kalması gerektiğine inanmışımdır. Herşeyi bilmek insana mutluluk getirmez...

Peki hayat ne değildir bunu hiç düşündük mü? Bir bakalım...


Hayat bir oyun değildir. Sıkılınca bırakamazsınız.

Hayat bir film değildir. Beğenmediğinizde filmin yarısında salonu terk edemezsiniz.

Hayat bir yolculuk değildir. Yolculukların belirli bir başlangıç ve bitiş noktası vardır. Yolculuklarda süre de belirlidir. Hayatta ise herşey belirsizdir.

Hayat adil değildir.

Hayat bir sınav değildir. Soruları kim soruyor?

Hayat bir yarış değildir. Sıralamayı kim belirliyor?

Hayat bir problem değildir. Hayatta herzaman birden fazla çözüm yolu mevcuttur.

20 Aralık 2007 Perşembe

Tek Cümle

Gerçeği görebilmek için önce gözlerini açmalısın...

Dalgalar ve Mutluluklar

Bir dalga sonunun kıyıya çarpıp yok olmak olduğunu bilerek mi doğar? Peki birbiri ardına gelen dalgalar sonlarını bilseler ne değişirdi ki? Kıyıya yaklaşırken geriye dönme şansları var mı?

Bazen bir yola gireriz ve bu yolun nerede sonlanacağını bilemeyiz. "Keşke" kavramı da bu bilinmezliğin sonucudur. Eğer her yaşayacağımız olayın sonunda ne olacağını bilseydik yaşam ne kadar mantıksız olurdu.Ne kadar gereksiz...

Hayattaki mutlu anların değeri, bizi üzen, bizi mutsuz eden anların da olmasıyla ortaya çıkar. Herkese göre değişken olan mutluluk, her bireyin yaşadığı sorunlara ve yaşam tarzına göre değişir. Zengin ama yalnız bir kişiye piyango vursa ne kadar mutlu olabilir ki? Peki ya ailesi ile kıt kanaat geçinen ve her gün inanılmaz koşullarda azıcık para için çalışan bir kişiye piyango vursa?

4 Aralık 2007 Salı

Ufuk'ta yeni bir hikaye var...

Evet evet Ufuk'ta yeni bir gelişme göze çarpıyor... İçerik ve detaylar kafamda yavaş yavaş oluşmaya başladı. ... Bakalım sonunda ortaya ne çıkacak... Hadi hayırlısı....

3 Aralık 2007 Pazartesi

The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford


Çok başarılı sanat yönetimi, harika oyunculuklar, ortama çok uygun sesler ve müzikler ile izlenmeyi sonuna kadar hakeden bir film Assasination of Jesse James by the Coward Robert Ford. Yönetmenliğini Andrew Dominik'in(Chopper) yaptığı filmde Brad Pitt(12 Monkeys, Troy) ve Casey Affleck(Ocean's Eleven) başrollerde karşımıza çıkıyor.

Filmin temposunun genel olarak düşük kaldığını ve bunun izleyicide bir kopukluk yaratabileceğini söyleyebilirim. Çok çabuk sıkılan biriyseniz, kendinizi sık sık saatinize bakarken bulabilirsiniz. Filmin temposundaki bu yavaşlık arada sırada konudan kopmanıza ve kafanızın karışmasına neden olabiliyor. Temponun yavaşlığından sıkılmayıp kendinizi ekrana verdiğinizde ise sizi bir sanat şaheseri karşılıyor. Her sahnedeki en ufak rengin, objenin bile ne kadar özenle yerleştirildiğini görüp bu işi yapanları alkışlamak isteyeceksiniz. Filmin, perdede akan bir şiire dönüştüğü anlar hiç de az değil... Bu da film adına çok büyük bir artı.

Bazı sahnelerde ise filmin görsellik kısmının fazla yapmacık olduğunuzu düşünmeniz de mümkün. Herşeye rağmen Hollywood'da bu tarz filmler ayda yılda bir yapılıyor. Ayrıyetten bu film de Brad Pitt'in sırf oyunculuk yapmadığını işin kamera arkasında da yer aldığını görüyoruz ki bence bu Brad Pitt'in kariyeri açısından çok doğru bir adım...

Şiirsel bir western izlemek isteyenler için alternatifi olmayan bir film...

8.5/10

28 Kasım 2007 Çarşamba

Kim kimi kullanıyor?


Dünyada fizik kurallarının işlediği bir denge olduğu gibi ruhsal da bir denge olmalı. Peki ben bu ruhsal dengede nerede yer alıyorum?

Belki de dünya bu ruhsal dengesi için beni kullanıyordur. Belki de dünya kendi dengesinin bozulmasını engellemek için insanları kullanıyordur!!

Yüzyıllardır süre gelen bitmek tükenmek bilmeyen savaşlar, isyanlar, hastalıklar, katliamlar... Belki hepsinin tek bir nedeni vardır; dünya kendi hayatını korumak için insanları birbirine düşürüyordur... Belki de dünyayı tahrip eden, doğanın dengesini bozan biz değilizdir. Yerküre bizi tahrip ediyordur....

Sırlarımız

Sakladığı sırlar dışarı çıkmak için çılgınca bağırıyordu. Limitlerine geldiğinin farkındaydı. Bir insan bu acıya daha ne kadar dayanabilirdi ki? Sakladığı sırların insanlara verdiği acıyı görmek dayanılmaz bir boyuta ulaşmıştı.Peki ama saklamak uğruna bunca acıya katlandığı sırları nelerdi?

Aslında basit şeyler. Hergün karşılaştığımız, çok olağan küçük şeyler... Küçükken çaldığı çikolatalar, top oynarken kırdığı pencereler... Bunlar mıydı bir insanı çileden çıkaran sırlar?

Kendinize sorun:

Sakladığınız sırların limiti nedir? Kendi limitiniz nedir? Kırılma noktanız neresidir? Bir sorun kendinize...

Tek Cümle

Rüyaların gerçekliğinden şüphe duymaya başladığın an hayatı anlamaya başlarsın...

26 Kasım 2007 Pazartesi

Başlangıç Noktası

Başlaması gereken herşeyin geçmesi gereken ilk nokta... Evet evet aynen böyle...

Hayatta yaptığımız herşey bir başlangıç ve bitiş üzerine kuruludur. Yaşam nasıl hayatın bir parçasıysa, doğum ve ölüm de bir parçasıdır.

Benim için bu site de bir başlangıç noktası, bir doğuş...

Buradan başlayıp sizlerden gelen tepkilere göre kendime bir yol seçeceğim. Daha önce yaptığım denemeleri benimle birlikte takip edenler zaten beni biliyorlar. Önemli olan yeni okuyuculara da seslenebilmek...

Bu sayfada neler olacak derseniz; Güncel hayatta hergün karşılaştığınız ama koşuşturmaca içinde gözden kaçan şeyler olacak. Kafamı kurcalayan ve aklıma takılan hemen herşey.

Kitaplar, albümler, filmler üzerine düşüncelerim olacak.

Yazdığım kısa hikayelerle de karşınıza çıkacağım. Arada sırada şiirlerimi de bu sayfada göreceksiniz. Umarım herkesin keyifle okuduğu bir blog oluşturabilirim.

Hepberaber gördüğümüz dünyanın ötesine bakmaya çalışacağız.Ufuk Çizgisi'nin arkasına geçmeye çalışacağız. Düşlerle gerçeklerin birbirinden ayrı olduğunu bulmaya çalışacağız. Hepimizi zor bir görev bekliyor :)

Yazdıklarıma her türlü eleştirinizi, düşüncenizi bekliyorum. Şimdiden iyi okumalar.