21 Aralık 2008 Pazar

Eleştirel

A.R.O.G


Cem Yılmaz bu ülkenin yetiştirdiği en iyi komedyenlerden birisi. Stand-up şovlarındaki başarısının yanına yaklaşabilen henüz olmadı. Yaptığı espriler anahaberlerde haber olarak kullanılır oldu. Bu kadar başarı elde etmiş birisi yolunu hiç değiştirmeden devam edebilirken Cem Yılmaz sinemaya el attı ve başarılı projeler ortaya çıkardı. Herşey Çok Güzel Olacak, G.O.R.A., Hokkabaz ve yan rollerde karşımıza çıktığı Vizontele ve Organize İşler Türk sineması için başarılı çalışmalardı.

Cem Yılmaz'ın kendine ait bir mizah anlayışı var. İnsanlar artık Cem Yılmaz ne yapsa gülerler düşüncesi bir anda ortaya çıkmadı. Bu düşüncenin doğru ya da yanlış olduğu farklı bir konu olmasına rağmen, böyle bir düşüncenin ortaya atılıyor olması bile Cem Yılmaz'ın başarısını gözler önüne sermektedir.

Düşünceleri doğrultusunda ilerleyen Cem Yılmaz'ın son projesi A.R.O.G bir yontmataşfilmi sloganı ile salonlardaki yerini aldı. Türk sinemasının bir Recep İvedik vakası geçirmesinin ardından A.R.O.G'un nasıl olacağı büyük bir soru işaretiydi. Film vizyona girmeden başlayan aman canım dokuz milyon dolara malolmuş bu kadar büyük bütçeyle ben bile film çekerim yaklaşımı çok abes bir düşüncedir. Hollywood filmlerinde başrol oyuncularının film başına on yirmi milyon dolar ücret aldığı bir ortamda dokuz milyon dolarlık bütçe Türkiye şartlarında yüksek olmasına karşın dünya şartlarında düşük kalmaktadır. Film vizyona girmeden ortaya çıkan bu fikirler insanların filme karşı olan beklentilerini çok yükseltmiştir.

A.R.O.G kendinden önceki Cem Yılmaz projesi olan G.O.R.A'nın devamı şeklinde algılanabilir. Eski filmden birçok karakter bu filmde tekrardan kullanılmaktadır ki bunun en büyük göstergesi Cem Yılmaz'ın Arif karakteridir. Bu filmde de Cem Yılmaz çok başarılı bir oyunculuk gösterip üç ayrı karakteri canlandırmıştır. Hatta o kadar iyi bir makyaj, kostüm ve oyunculuk var ki Cem Yılmaz'ın üçüncü karakterini birçok insan anlayamamıştır bile. Filmin oyunculuk anlamında tek sırıtan ismi ilk sinema filmi tecrübesini yaşayan Nil Karaibrahimgil olmuş. İlk repliğini söyler söylemez filmde sırıttığını görebiliyorsunuz. Gayet sempatik ve güzel bir kız olmasına karşın oyunculuk konusunda kendini çok geliştirmesi gerektiği aşikar. Yan rollerde öne çıkan isim Ozan Güven olmuştur. Çok başarılı bir oyunculuk göstermiş Ozan Güven.

Filmin prodüksiyon kısmının hakkını vermek gerekiyor. Setler gerçekten büyük ve görsel açıdan hoş görünüyor. Kostüm ve Sanat Yönetimi filmde çok başarılı olmuş. Bilgisayar efektleri Hollywood standartlarına çok yakın. Göze batan bir sahne yok. Özellikle dinazorlar çok başarılı.

Filmle ilgili göze batan en büyük sorun senaryo olarak görülüyor. Futbol sahnesi Rıdvan Dilmen esprisi ile çok eğlenceli olsa da gereğinden uzun tutulmuş ve seyirci belirli bir süreden sonra sıkılmaya başlıyor. Filmin sonu çok hızlı bağlanıyor ve filmin işleniş kısmı bir çırpıda heba ediliyor.

Film Türkiye halkına yapılmış bir film olduğundan espriler de ancak bizlerin anlayabileceği espriler olmuş. Filmde sinema tarihinin ünlü filmlerine birçok gönderme yer alıyor ve bu göndermeler o filmleri izlemiş olan kişilerin gözünden kaçmazken, sinema ile pek içli dışlı olmayan kişiler için tamamen anlamsız olmaktadır. Cem Yılmaz'ın Türkiye'deki eğitim ve siyasete yönelik eleştirilerini bir komedi filminde bu kadar güzel bir şekilde anlatması çok hoş bir detay. Yönetmenlik, müzikler, sesler hepsi gayet başarılı.

Türk halkı Cem Yılmaz'ın mizah anlayışını artık biliyor. Cem Yılmaz'ı beğenmeyen birisi bu filmi de beğenmeyecektir ama Cem Yılmaz'ın stand-up'larını ya da önceki filmlerini beğenen birisinin bu filmden de keyif almaması pek de olası değil. Önümüzde belden aşağı oynayan bu kadar komedi filmi denemeleri varken içinde en ufak bir küfür bile olmayan(ki bunu Cem Yılmaz özellikle yapmış), bir iki belden aşağı espri barındıran bu filmin Türk sinemasının iyi bir çalışması olduğunu söylemeli ve bu tarz projeleri kötü örneklerden ayırıp desteklemeliyiz.

7/10

Filmin resmi sitesi: www.arogfilm.com

IMDB: A.R.O.G

20 Aralık 2008 Cumartesi

DüşünSel

Cevahir'de Erkekler Tuvaletindeki Bayan Dış Ses

Dün Cehavir'deydim. Uzun bir süredir alışveriş merkezlerinden uzak kalmışım. Alışveriş merkezleri ekonomik kriz gibi toplumu etkileyen olayları en açık şekilde görebildiğimiz yerlerden birisidir. Mağazaların ve müşterilerin ruh hallerinden o gün kriz mi var, hayat pahalı mı, herşey güllük gülistanlık mı anlayabilirsiniz.

Erkekler tuvaletinde her türlü sesi duymayı bekleyebilirsiniz ama bir bayan sesi duymak benim için çok ilginç oldu. "Bir saniye! Bayanlar tuvaletine mi girdim yanlışlıkla?" gibi düşünceler saniyeler içinde kafamdan geçti. Meğersem bu bir dış sesmiş ve bana Cevahir'deki kampanyalardan bahsediyormuş. Bayan sesi müşteri hizmetleri , telesekreter vb. durumlarda erkek sesinden çok daha etkileyicidir. Sanki işiniz çok daha özenli bir şekilde hallediliyor hissi uyandırır sizde. Erkekler tuvaletinde bir bayan dış sesin nasıl bir etki yaratacağını kendi üzerinizde denemeniz için sizi Cevahir'e davet ediyorum. Tabi bayanlar tuvaletinde dış ses olarak erkek sesi mi kullanıyorlar onu da deneyip haber ederseniz çok memnun olurum. (Çok mu uçuk bir düşünce oldu acaba?)

Kitap Okumak

Kitap okumak Türkiye'de bir entellektüellik belirtisi gibi görülmekte. Kitap okuyan insanların zamanlarını boşa harcadıkları hatta kitabı sırf "bakın ben kitap okuyorum" demek için okuduklarını iddia eden insanlarla karşılaşabilirsiniz. Kitap okumak aslında şudur; kendinizin yaratmadığı bir dünyanın içine girip kendi dünyanızdan tamamen uzaklaşmak ve aradığın her ne ise onu bulmaya çalışmaktır.

Kitap okurken kendinizle benzerlikler ararsınız, farklılıkları yakalarsınız."Ben böyle düşünmüyorum, ben olsam böyle yapmazdım." gibi düşünceler kafanızda düşünce balonu gibi yükselir. Aslında kitap okumak bir çeşit tatile çıkmaktır. Beyin tatili. Kafanızı kurcalayan herşey bir süreliğine gider ve kendinizi yazarın dünyasında bir yere koymaya çalışırsınız.

Kitap okumak ile televizyon seyretmek ya da sinema filmi izlemek aynı şeyler değildir. Kitap okumak için çaba sarfetmeniz lazım. Televizyonda ve sinemada herşey sizin için hazırlanmıştır ve önünüze servis yapılır. Siz hiç yorulmaz kafa çalıştırmazsınız. Kitap okumak ve anlamak için konsantre olmak ve beyninizi kontrol etmeniz gerekir. Özellikle kapalı ve sesli ortamlarda kitap okumaya çalışmak kişisel konsantrasyon gelişimi için müthiş bir yöntemdir. Kulağınızda kulaklıkla müzik dinleyip bir taraftan kitap okuyabiliyorsanız konsatrasyonunuz çok iyi demektir.

Okumanın sıkıcı olduğunu düşünen insanlar bence herşeyin önlerine konulmasını isteyen ya da buna alışmış ve kitap okumanın gerçek anlamını kavrayamamış kişilerdir.

14 Ekim 2008 Salı

Ormandaki Fısıltılar

Bugün düne kıyasla daha çok yürüdüm, daha az mola verdim. Tempomu arttırmam gerekiyor yoksa sonbahar rüzgarlarına yakalanacağım. Aslında yolu yarıladım sayılır. Bundan sonrası için aşmam gereken en ciddi engel Elenar Ormanları olacak. Etrafından dolaşsam yolculuk en az 10 gün uzayacak. İçinden geçmek son derece tehlikeli. 5 yıl önce olanlar hala aklımdan çıkmıyor. Biraz daha hızlı olsaydım belki herşey farklı olabilirdi. Engelleyebilirdim bütün olanları...

Olinde'de doldurduğum çıkınım azalmaya başladı. En fazla 5-6 gün dayanabilir. Yiyecek için avlanmam gerekecek.

Gökyüzü aydınlık ve yıldızla dolu. Her gece yaptığım gibi yine yıldızları izleyerek uyuya kalmayı planlıyorum. Harika bir duygu.

Orman girişine çok yaklaştım. Güvenlik için bir kaç sihir kullanmam gerekiyor. Gece uyurken sihir kullanmayı hiç sevmiyorum, uykumda kabuslar görmeme sebep oluyor.

Kiko bugün biraz daha hareketliydi. Kanatlarını tekrar eskisi gibi kullanmaya başladı. Yine de tam olarak zehrin etkisini üstünden atamadı. Çok çabuk yoruluyor ve hemen omzuma konmak istiyor. Biraz daha kırımızıçimen bulmam lazım.

Güneybatıda yaklaşık 5km mesafede bir tepenin arkasında duman gördüm. Yolumdan biraz şaşmam gerekecek ama birileri buralara yerleşmiş olabilir. Bir kontrol etmek istiyorum belki yaşayan insanlar ve yiyecek birşeyler bulabilirim.

İnsan tek başınayken asla yalnız değildir. Yalnızlık insanın kendinden de kopmasıyla gerçekleşir. Eğer tanrı insanları yaratırken tek başına yaşayamacağını düşünseydi doğarken ve ölürken yanına birilerini verirdi.

Daha fazla devam edemeyeceğim, uyumam gerekiyor.

Şin dokar etun!

Roywinkle the Magus
1 Kasım 798

Ufuktan Masallar


-Giriş-

“Sabahları, Seda Sayan ve türevleri ile güne merhaba diyen, öğlenleri kendini İzdivaç programlarına bırakan, akşam haberlerinden sonra da diziyle kendi hayatından iyice uzaklaşan Türk insanının bundan sonraki versiyonunun daha da tehlikeli olacağından korkuluyor.”

1.Bölüm

Her deney içinden iyice çıkılmaz, saçma bir hal almaya başlamış ve sonuçlar gittikçe anlamsızlaşmıştı. En mutlu anlarında silah çekip birbirlerini vuran Türk insanı, araştırma gurubunda hararetli tartışmalara gebe oluyordu.

“Ben anlam veremiyorum. Kesinlikle zarar verme amaçlı yapılmış bir eşya neden mutluluk anlarında kullanılsın?” diye sordu Layla.

“Bence bu bir çeşit adak. En mutlu anlarında birini öldürüyorlar ki mutlulukları perşinlensin!” dedi Maki.

Maki’nin söyledikleri Tuko’nun pek hoşuna gitmemişti. Kafasını sağa sola sallayarak “Bu tezi desteklemiyorum çünkü bir düğünde damadın vurularak öldüğünü kendi gözlerimle gördüm.” dedi ekip lideri.

Ekip liderinin bu düşüncesine Layla “Belki de yanlışlıkla vuruyorlardır.” diye cevap verdi.

Tuko aradığı cevaı bulamamaktan sinirlenmeye başlamıştı. “Yanlışlıkla mı? Benim bildiğim kadarıyla insan ırkı hatalarından ders çıkarabilen bir ırk. Neden aynı hatayı birçok kez tekrar etsin.”

“Araştırmalarımız bu tür olayların özellikle Türkiye’de yoğunlaştığını gösteriyor efendim.” dedi Maki.

Maki’nin söylediklerini destekler şekilde görünen Layla etrafına oturdukları yuvarlak masanın üstüne doğru eğilerek “Belki de Dünya’ya inip Türklerle direk temasa geçerek bu davranışların sebeplerini öğrenmek çok daha mantıklı olacaktır.”dedi.

Tuko bu düşünceyi beğenmişti. Dünya üzerine birçok kez inmişlerdi. Sadece, Türkiye onlar için keşfedilmemiş bir bölgeydi. Tek sorun buydu. “Kamuflaj ekipmanlarımız hazır mı Layla?”diye sordu Tuko.

“Evet efendim. Kullanıma hazırlar. Daha dün kontrol etmiştim.”dedi Layla

Tuko sandalyesinden kalkarken Layla’ya dönerek “Tamam o zaman, sen dişi kamuflajını hazırla. Maki de erkek kamuflajını kullanır. Detayları yarın sabah konuşuruz. Şimdi atmosferden çıkalım ve biraz dinlenip yarın için enerji depolayalım.“dedi.

Tam bu sırada İstanbul’da Caddebostan sahilinde 3000 kişi toplanmış yıldızsız gecede gökyüzündeki hareket eden ışıklara bakıp “UFO! İşte, bak orada!” diye bağırıyordu. Polisin ve itfaiyenin telefonları kilitlenmiş ve halk gecenin eğlencesini bulmuştu. Asıl gerçek birkaç gün sonra anlaşılmış ve ışıkları saçanın Büyükada’ya yerleştirilmiş olan turistik bir balon olduğu ortaya çıkmıştı.

Tuko, Maki ve Layla otomatik pilota aldıkları uzay gemileri ile atmosferden son sürat çıkarken meditasyon kapsüllerinin içinde yarı uyur dinleniyorlardı. Yarın Dünya’ya inip yeryüzünde araştırma fırsatı bulacaklardı. Asla unutamayacakları maceraları yarın başlıyordu.

Tek Cümle

Hayallerin senin düşleyebildiğin kadardır.

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Özgür ve Kaplumbağa

Küçük çocuk elindeki kürekle kumun üstüne ters şekilde koyduğu kovaya vuruyordu. İçindeki kumun kovanın şeklini almasını ve bir kale oluşturmasını umuyordu. Dalgaların sesi ufaklığın kulaklarında şarkı söylerken onun aklındaki tek şey ise kalesinin ne kadar güzel olacağıydı. Arada sırada esen hafif bir meltem çocuğun saçlarını uçuşturuyordu. Beş bilemedin altı yaşındaydı. O kumda büyük bir zevkle oynarken, jezlonglarında oturan anne ve babası oğullarını büyük bir mutlulukla izliyorlardı...

Ortaya bir şaheser çıkmayacağı belliydi ama küçük çocuğun hayal gücüyle görkemli bir şatodan eksik yanı kalmayacaktı.

Denizin rengi yeşile çalan bir maviydi. Denizde yüzen insanların sadece kafaları su üstündeydi ve denizde yaşamak için yaratılmadıklarını bağırır gibiydiler. İnsan ne bir balık kadar rahat yüzebilir, ne de bir kuş kadar özgürce uçabilir.

Annesi elinde peçeteyle oğlunun yüzünü silmek için yanına gelmişti. Yüzünü buruşturan çocuk silme işleminden rahatsız olduğunu sağa sola çılgınca salladığı elleriyle gösteriyordu. Annesi yanından ayrılınca çocuk da ayaklanmış ve küçük çocuklara özel o tatlı yürüyüşü ile suya doğru hareketlenmişti. Plajda onu gören herkesin yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. Küçük çocuk plajın yıldızı oluvermişti.

Özgür oğlum dikkat et" dedi annesi.
Demek ki çocuğun adı Özgür'dü. İsminin hakkını verecek kadar özgürlüğüne düşkün bir çocuk olduğu anlaşılıyordu.

Elinde küreği ile deniz kenarına kadar gelmişti. Kalesine su dökmek için denizden su almak istiyordu. Küreği suya daldırmıştı ama bir türlü geri çekemiyordu.

Ne olduğunu anlamak için küreğin içine baktı ve kalakaldı. Küreğin içinde koskocaman bir su kaplumbağası vardı. Kafasını yuvasından çıkarmış ve Özgür'e bakıyordu. Özgür küreği sıkıca tutup havaya kaldırmaya çalıştı ve kaplumbağa suya düştü. Suya düştükten sonra da hızlıca yüzerek gözden kayboldu. Özgür için çok mutluluk ve şaşkınlık dolu bir andı. Hayatında ilk defa bir kaplumbağa görmüştü. Mutluluk, huzur ve başarı dolu hayatında göreceği onlarca kaplumbağadan ilki Özgür'ün küreğine konan bu kaplumbağa olmuştu. Yani ben olmuştum...

Tatlı Bir Tatil Sonrası Yazısı


Her insanın tatile ihtiyacı vardır. Sorumluluk sahibi olup hayatın akışı içinde türlü türlü dertlerle boğuşan insanları tatil düşüncesidir belki de ayakta tutan. Bütün dertlerden sorumluluklardan uzak güzel bir tatil...

Uzun bir aradan sonra iyi bir tatil yapmış olmanın verdiği huzur ile yazıyorum bu yazıyı. İçimi yenileyen, yeniden enerjiyle dolmamı sağlayan bir tatil...

Tekirdağ ve Çanakkale'yi kapsayan dinlencem bir aydan fazla sürdü. Asos gibi Bozcaada gibi güzellikleri bir kez daha görmek, Asos'un o eşsiz kekiğinin, Bozcaada'nın denizinin kokusunu hissetmek...

Zorlu bir seneye hazırlanırken beni ayakta tutan şey ise gelecek sene tekrar tatil yapabilme umudum olacaktır..

18 Haziran 2008 Çarşamba

Eleştirel

Bundan böyle her türlü öneri, eleştiri ve inceleme yazılarımı Eleştirel başlığı altında yayınlayacağım. Umarım Eleştirel, blog'un takip edilen bölümlerinden biri haline gelir.

Paradise Lost

Nick Holmes vokali önderliğinde HIM, Cradle of Firth, Nightwish gibi grupların sound'larından barındıran gelmiş geçmiş en iyi Gothic Metal gruplarından birisidir. İlk iki albümleri çok sert olmasına rağmen ilerleyen yıllarda gerçek kimliklerini bulmuşlardır. Günümüzde bu kadar kaliteli müzik yapan gruplar parmakla gösterilmektedir. Dinlemenizi şiddetle tavsiye ederim.

Birkaç şarkı önerisi yapalım.

1.Forever After
2.Unreachable
3.One second

Grubun resmi sitesi


Bee Movie (2007)

Bir bal arısının yaşamını ve çevresinde olup bitenleri anlamaya çalıştığı animasyonda seslendirmelerde Jerry Seinfeld ve Renee Zellweger başrollerde. Benim gibi bir Seinfeld hayranı iseniz bu filmi sakın kaçırmayın. Jerry'nin sesini duymak ve filme kattığı havayı görmek gerçekten çok hoş. Günümüzde hayli tartışılan, arıların ekolojik hayata etkileri bu filmde de karşımıza çıkıyor. İçerdiği mesaj açısından da başarılı bir film Bee Movie. Animasyonlar, renkler gayet iyi kullanılmış. Filmin bir Dreamworks animasyonu olduğunu da hatırlatalım. Film bittiğinde aklınızda pek fazla sahne kalmayacak ama genel olarak sizde güzel bir tat bırakacağına eminim...

7/10

IMDB

Beyazperde

14 Haziran 2008 Cumartesi

DüşünSel

Var mısın yok musun?

Var mısın yok musun bir yarışma programı. Show Tv'ye bütün dertlerini unutturan ve prime-time'a egemen olan bir program.

Acun Ilıcalı'nın bundan önce yaptığı bütün programları büyük bir keyifle izledim. Neydi onlar bir hatırlayalım. Acun Firarda, Survivor, Fear Factor...Üçü de birbirinden başarılı. Var mısın yok musun daha önce Türkiye'de denenmiş ve tutmamış bir konseptti. Bu programın yeniden yayına sürülmesi ve bu kadar tutmuş olması Acun Ilıcalı'nın başarısını gözler önüne seriyor. Açıkçası bana pek hitap etmeyen bir yarışma biçimi. En ufak bir bilgi gerekmiyor. Yine de televizyon karşısında heyecanla izlememi engelleyemiyorum. Sadece kutu açmaca... Peki nasıl bu kadar başarılı oldu. İşin sırrı basit.

Var mısın yok musun yarışmacılarını birer aile bireyi gibi hissediyoruz. Farkında olsanız da olmasanızda. Ortada bir dizi varmış ve hergün başka bir bölüm izliyormuş gibi yaklaşıyorsunuz. Çok samimi, içten... Film izler gibi yarışma izliyorsunuz... Bu kadar basit...

Komedi Dükkanı

Son dönemlerde tiyatro içerikli komedi programları çok tutmaya başladı. Bu beni çok mutlu ediyor çünkü insanlara tiyatroyu sevdirmenin yanı sıra gerçek komedinin ne olduğunu görmemizi sağlıyor. Komedi dizilerinden çok, bu tarz tiyatro skeçleri ve doğaçlama türü programların başarılı olmaya başlaması halkın bu tarz programlara olan açlığını gözler önüne seriyor.

Komedi Dükkanı ve Tolga Çevik bu konuda ne kadar başarılı hepimiz görüyoruz. Televizyondaki başarısı o kadar büyük oldu ki artık bir tiyatro salonunu rahatlıkla dolduracak seyirciyi bulabiliyor. İşin ekonomik yanı ise hem tiyatro izleyicisinden hem de televizyon gelirlerinin birleşiminden oluşuyor. Çok Güzel Hareketler Bunlar, Komedi Dükkanı, Anında Görüntü Show son derece kaliteli komediyi bizlere sunuyorlar.

Yapmacık, gerçeklikten uzak komedi dizileri yerine bu programların sayılarının arttırılmalarını yetkililerden talep,rica, arz ediyorum....Nokta.

13 Haziran 2008 Cuma

DüşünSel

Pozitif bakış açısı

Hayatta hergün güllük gülistanlık olamaz. Önemli olan her ne olursa olsun olaylara pozitif yaklaşmak ve güçlüklere göğüs germektir. Sorunlar bitmez, sorumluluklar bitmez, karşınızdaki insanlar sizi üzebilir, ummadığınız şeyler sizi bulabilir. Her birinde ruhunuzdan bir parça eksilirse en sonunda sadece somurtan ve mutsuzluk abidesi bir insan oluverirsiniz. Bir insanın kendine verebileceğien büyük zarardır bu.

Pozitif yaşamın anahtarı kişinin kendindedir. Kendi kendinizin efendisi olursanız hayatta hiçbirşey sizi yıkamaz ve yıpratamaz. Pozitif yaşam için size birkaç öneride bulunmak istiyorum. Ben denedim çok faydasını gördüm.(Klişe yalan)

-Her sabah 1 bardak meyva suyu için. Kahvaltıda çay içmek bir gelenek haline gelmiş durumda. Çay ile birlikte küçük bir bardak meyva suyu sizi çok daha iyi hissettirecektir. Aynı zamanda kahvaltının vitamin değerini de arttıracaktır.

-6.5 ile 7.5 saat arası uyuyun. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki çok uyumak insan bünyesine aşırı derecede zarar veriyor. Kendinize bir otokontrol yapın ve 7 saatten fazla uyumamaya çalışın. Uyku saatlerinizi de dengelerseniz 1-2 hafta içinde sabahları daha dinç kalkacağınızı göreceksiniz.

-Sabahları 15 dakika spor yapın. Sabah kalktınız işe veya okula gideceksiniz diyelim. Normal kalkış saatinizi 15 dakika geriye alıp spor yaparsanız gün içinde çok daha dinç olacaksınız. İlk başlarda bu düzeni sağlamak zor olsa da alıştıktan sonra o sporu yapmadan uykudan ayılamayacağınızı göreceksiniz.

-Bardağın dolu tarafını görün. Hayatta karşımıza çıkan her türlü sorunu bakış açınızı değiştirerek aşabilirsiniz. Sizin için çok büyük görünen sizi yerden yere vuran, sizi çok üzen bir durum olduğunu varsayalım. Sizi bu kadar üzen bir durum başka birisi için durup da kaale alınmayacak kadar basit bir olay olabilir. Bu tamamen bakış açısı ile alakalı. Bakış açınızı geliştirebilirseniz olaylara farklı yaklaşımlar sergiler ve sorunlara çok daha mantıklı çözümler üretebilirsiniz.

-Gerginlikten uzak ve rahat olmaya çalışın. Reaksiyonlarınız hızlı olsun, olaylara hızlı çözümler üretmeye çalışın ama asla aceleci olmayın. Acele etmek gerginliği ve stresi arttırır bu da sizi başarıdan uzaklaştırır.

-Kendinize bir plan yapın. Haftayı nasıl değerlendireceğinizi, günlük programlarınızı ayarlayın. Programlı bir hayat beklenmedik sürprizlerle, unutulmuş önemli olaylarla daha az karşılaşmanızı sağlar.

-Gülümseyin. Gülmeyi bilmeyen dükkan açmasın sözü son derece doğrudur.

-Her karanlığın ardında aydınlığa açılan bir çıkış vardır. Umudunuzu asla kaybetmeyin...

Şarkı Önerisi

Madonna-Love profusion

Çok sıcak, sarıp sarmalayan bir Madonna şarkısı. Dile dolanan bir nakarat. Üzerinden birkaç yıl geçmiş olsa da tekrar tekrar dinlenmeyi hakediyor...

12 Haziran 2008 Perşembe

DüşünSel

Atatürk'ü sevmemek

Fatih Altaylı'nın televizyon programına katılan bir bayanın "Başıma birşey gelmeyecekse; Atatürk'ü sevmiyorum" diyerek gündemi meşgul ettiğini görüyoruz. Hadi biraz bu konuyu inceleyelim...

Laf sahibi genç bir bayan. Başı kapalı, türbanlı, baş örtüsü takıyor...Hepsi aynı şey ama hangisi kulağınıza hoş geldiyse onu seçin... Kanada vatandaşı. Nene Hatun'u ve Sütçü İmam'ı kapı komşusu sanıyor...

Atatürk'ü sevmemek için bir insanın haklı gerekçeleri olması gerekir. Bahsettiğimiz insan Hitler olsa aklınıza birkaç gerekçe gelebilir. Zorlarsanız belki Saddam'ı(!!) veya Bush'u(!!!) bile sevmemek için gerekçeler bulabilirsiniz. Atatürk'ü sevmemek için sadece tek bir gerekçeniz olabilir; benim sevdiğim hoşuma giden, işime gelen ne varsa attı yerine yeni birşeyler getirdi ben rahatsız oldum o yüzden sevmiyorum...

Ne kadar mantıklı bir gerekçe değil mi? Atatürk'ü sevmemek için aklınıza başka bir neden geliyorsa lütfen benimle paylaşır mısınız?

Bu konuda daha derin düşüncemi ilerki günlerde burada yazacağım...

İsviçre'yi acılı dürüm yaptık

Hep bu tarz başlıkları atmaya özenmişimdir. Ne kadar eğlenceli değil mi? İsviçre'yi şişe geçirdik afiyetle yedik. Daha da türetirdim de iştahınız açılmasın şimdi.

Maça çıkacak takım kadromuz gün boyunca bütün tv ve gazetelerde farklı farklı şekillerde bize sunuldu. Hangi kanalı açsam farklı bir muhtemel 11. Kim karar veriyor da bu muhtemel 11'ler bize aktarılıyor acaba...

Milli takım kadrosu açıklanınca saldıran topu yerden oynayan bir Türkiye izleyeceğimizi gördük. Fatih Terim tüm riskleri alıp gol atmak istiyordu. İki atar bir yerim yine de yenerim düşüncesi seziliyordu.(Şiir gibi cümle oldu) Maç başladı ve evdeki hesap çarşıya uymadı. Çok şiddetli bir yağmur tüm planları alt-üst etti.

Formula-1 gibi motor sporlarında ani değişen hava koşullarında takımlar pit-stop yapar ve lastiklerini değiştirirler. Futbol'da da bunun bir örneğini görmek çok isterdim. Gökdeniz ve Tümer sadaha su topu oynamaya kalkışınca Fatih Terim'in takımı pite sokup oyuncu değişikliği ile hava koşullarına uyum sağlamasını beklerdim. Nitekim değişiklik ilk yarı sonunda geldi.

Arda'nın çok istekli olduğunu maç başlar başlamaz hissetmiştim ve evde maçı beraber izlediğim arkadaşlara bu düşüncemi ilettim. Nitekim Arda'nın "winning goal"(maç kazandıran gol)'ü ile maçı aldık ve tur şansını Çek maçına bıraktık. Bu takımda Çek'leri yenecek kapasite var. Fatih Hoca'dan tek ricam Semih ve Arda'yı ilk 11'de oynatması...

Within Temptation

Henüz Within Temptation'la tanışmamış olanlar için kısa bir bilgi verelim. Hollanda kökenli grup Evanescence ile çok kıyaslanıyor. Hem vokallerinin hem de müzik tarzlarının benzerliği dikkat çekici. Müzikal anlamda çok başarılı bulduğum ve dinlemekten keyif aldığım bir grup. Birkaç şarkı önerisi yapıp grubun resmi sitesini ziyaret etmenizi önereceğim.

1. What have you done
2. Angels
3. Mother Earth
4. Ice Queen
5. Stand my ground

http://www.within-temptation.com/en/index.php

10 Haziran 2008 Salı

Öneri


Nightwish-While your lips are still red


Tam bir ballad.Müthiş. İmkanınız olursa klibini de izlerseniz tadından yenmez. Marco'nun vokalinin ne kadar iyi olduğunu da birkez daha görmüş olduk...

Ufukta görünenler


Bu blog'da neler olacak?

-Film eleştirileri

-Albüm eleştirileri

-Kitap, şarkı, film, mekan vb. öneriler

-Kişisel denemeler, köşe yazıları

-Kısa hikayeler

-Şiirler

Hepsi çok kısa zaman sonra burada....

Her zaman daha fazlası için...

Her sabah kalktığınızda bugün farklı olacak diyor musunuz? Bugün yeni hayatımın ilk günü olacak ve bambaşka birisi olacağım, yaptığım hataları tekrarlamayacağım, yapmak istediğim ne varsa ileri bir tarihe atmadan yapmaya başlayacağım... vb. birçok söz. Kişinin kendi kendine verdiği sözler...

Ben buna benzer konuşmaları kendimle en az elli kere yaptım. Sonuç? Sonuç hep başa dönmekten ibaret. Sürekli bir deja vu. Sürekli bir paradoks.

Çıkış yok mu peki? Elbette var. Çok sağlam bir karakteriniz varsa ve kişiliğinizin sizi yönetmesine izin vermezseniz yaşadığınız herşeyden ders çıkarır ve geleceği görebilirsiniz. Bu da size mutlu sona giden yolun nereden olduğunu gösterir. O yolu yürüyüp yürümemek size kalmış.

Geleceği görmek... Bu konudan malzeme çıkar gibi görünüyor.

Bu hafta blog içine birçok yeni yazı ekleyeceğim. Kafamda olan ama vakit bulup da başlayamadığım hikayeleri iyice oturtup yayınlamak istiyorum. Hedef hep daha fazlası... Kendimle yarışıyorum ve kapasitemi sınıyorum. Uzun bir süredir çok zorladım kendimi. Ufak bir molaya ihtiyacım var. Molayı da yazı yazarak, spor yaparak geçirmek istiyorum. Yarından itibaren herşey daha farklı olacak... Gel de inanma...

24 Mayıs 2008 Cumartesi

Ankara Maceraları

Geçen haftayı ODTÜ'de düzenlenen Advance in Coastal Engineering seminerinde geçirdim. Ankara ile ilgili çok fazla bilgiye sahip değildim. ODTÜ benim için bir bilinmezlikti fakat bunlara rağmen seminer boyunca ODTÜ içinde ve Ankara'da geçirdiğim zaman benim için son derece eğlenceliydi. Kıyı mühendisliğinde çığırlar açmış japon bilim adamı Y. Goda onur konuğu olarak seminerdeydi. ODTÜ ve YTÜ'nin ortak çalışması olan bu seminerde kıyı mühendisliği alanındaki son gelişmeleri dikkatle dinlemeye çalıştım. Çalışmalar sayısal modelleme üzerinde odaklandığı için biraz ağırdı.

Seminerin son gününde yaptığım sunumun beğenilmiş olması Ankara'dan çok memnun ayrılmamı sağladı. Ünlü birçok bilim adamının önünde sunum yapmak hem keyifli hem de stresliydi.

Anıtkabir'in ihtişamı beni büyüledi. Ankara'nın denizsizliği beni biraz boğdu, ODTÜ kampüsüyle üniversitenin aslında nasıl birşey olması gerektiğini anlatır gibiydi...

Ankara gezisi içimdeki seyahat manyaklığını körükledi... Nerede benim Türkiye atlasım!!

16 Mayıs 2008 Cuma

IRON MAN


Bugüne kadar beyazperdeye birçok çizgi roman kahramanı akın etmişti. Superman, Batman, X-Men, Spider-Man bunlardan sadece birkaçı. Bahsettiğimiz süper kahraman filmlerinin genel bir sorunu vardı. O da çizgi roman havasının filmlere tam anlamıyla aktarılamamasıydı. Marvel Comics uzun zamandır yapması gereken hamleyi yaptı ve Marvel Studios adıyla kendi stüdyosunu kurdu. Ortaya çıkan sonuç o kadar başarılı ki, insan "daha önce neredeydiniz?" demekten kendini alamıyor. Iron Man'i, bundan sonra çekilecek Marvel Studios filmleri için bir başlangıç kabul edersek, geleceğin biz sinema izleyicileri için son derece eğlenceli geçeceğini söyleyebiliriz. Bunun en yakın örneğini 13 Haziran 2008'de vizyona girecek olan The Incredible Hulk ile görücüye çıkacak. Umarım kehanetlerim gerçek olur ve Marvel bu işin de üstesinden gelir.

Iron Man her sahnesinden işçilik akan, komple bir süper kahraman filmi. Süper kahraman filmlerinin artık klasikleşen "Önce biz size kahramanımızı biraz anlatalım, aksiyona sonra bakarız" kurgusu Iron Man'de de karşımıza çıkıyor. Buna karşın kendinizi filme o kadar çok kaptırıyorsunuz ki kurguya hiç dikkat etmiyorsunuz.

Bir filmi izlerken senaryo ile ilgili eleştiri yapmak çok kolaydır. Iron Man'in senaryosu içinde gizem barındırıyor. Anlam veremediğiniz birçok soru kafanızda oluşurken, film ilerledikçe, yavaş yavaş bunlara cevap buluyorsunuz. Size de tanıdık geldi mi? Bkz: Lost

Robert Downey Jr. ismi benim için sürprizdi. Süper kahraman için doğru oyuncu olduğu konusunda şüphelerim vardı ama daha filmin ilk sahneleri ile birlikte tüm düşüncelerim değişti. Robert (Kendisi kankam olur, o yüzden ismiyle hitap ediyorum) çok başarılı bir oyunculuk sergilemiş. Karakterdeki değişimleri bize harika aktarıyor. Genel olarak filmdeki oyunculuklar ortalamanın üzerinde ve başarılı. Sırıtan bir oyunculuk göze çarpmıyor.

Iron Man günümüz filmlerinde çok görmeye başladığımız sanal reklam uygulamasından nasibini alıyor. Film içinde farkında olarak ya da olmayarak birçok firma ismi ve ürünü göreceksiniz. Bu uygulamanın doğruluğu ya da yanlışlığı sinema izleyicisinin bakış açısına bağlıdır.

Iron Man, çok başarılı görsel efektleri olan, oyuncularının performansı ve yönetmenin (Jon Favreau) doğru yaklaşımı ile kaçırılmaması gereken bir film olmuş. Benim gözümde çekilmiş en iyi çizgi roman filmlerinden birisi. Hatta zirve için Batman Begins ile yarışabilir.

İyi seyirler

9/10

13 Nisan 2008 Pazar

DüşünSel

Toplumsal Yalnızlık

Günümüz toplumlarında herşey bireyselleşti. Sokağa çıktığınızda daha fazla insanı tek başına yürürken görebilirsiniz. Herkesin kulağında bir kulaklık, dış dünyadan kendilerini soyutlamış müzik dinliyorlar… Eskiden böyle değildi. “Teknoloji ilerledi herkes kendi başına müzik dinleyebiliyor” deyip bazı gerçekleri örtbas etmemeliyiz. Verdiğim örnek buzdağının görünen kısmının ufak bir parçasından ibaret. Toplumlar gün geçtikçe yalnızlaşıyor. Topluluk kavramı gittikçe küçülüyor... En basit örneği aile kavramında görebiliriz. Eskiden aile denilince; anne, baba, dayı, amca, dede, nine gibi birçok bireyi içine alan bir yapıdan bahsediyorduk. Günümüzde ise aile; anne, baba ve çocuk’tan oluşuyor. Bu değişimin iyi ya da kötü birşey olduğu tartışılabilir. İnsanların birbirlerine ihtiyaçları kalmadı herkes yaşaması için gereken ihtiyaçları kendisi karşılayabiliyor bir bakış açısıdır. Ailelerin ekonomik durumları kötüleştikçe aileler küçülmeye başladı da savunulabilecek bir düşünce. Sebep her ne olursa olsun insanların birbirlerinden uzaklaşıp kendi bireysellikleri içine döndüklerini görebiliyoruz. Önümüzdeki yıllarda bu yalnızlığın daha da artacak olmasını öngörmek Nostradamus’luk yapmak olmasagerek.

Film İzleme Sanatı

Beş arkadaş sinemaya giderler. Film bitip salonu terk ederlerken aralarında konuşmaya başlarlar:

-Çok vasat bir filmmiş. O kadar para harcamışlar çıka çıka bu mu çıkmış ortaya?

-Ben çok beğendim. DVD’si çıksın alırım hemen.

-Bence orta karar bir filmdi. Ne çok kötü ne çok iyi.

Ve konuşmalar böyle devam eder. İnsanların bakış açıları ve düşünceleri her konuda farklılık gösterebilir. Hele ki sinema gibi bir görsel sanattan bahsediyorsak farklılıklar iyice ortaya çıkar. Filmin gerçekten ne kadar iyi ne kadar kötü olduğunu kim belirleyebilir? Aksiyon filmlerinden hoşlanan bir insanı duygusallığın diz boyu olduğu bir filme götürür ve ondan filmi çok beğenmesini yere göğe sığdıramamasını beklerseniz bu biraz aşırı beklenti olur. Klasik sinema izleyicisi hoşlandığı, izlemeyi sevdiği tarzda filmlere gitmekten hoşlanır ve parasını harcar. Herkesin aynı tarz filmlerden hoşlandığını düşünürseniz sinema sinema olmaktan çıkar ve tekdüze, monoton bir hal alır. Çeşitlilik her zaman iyidir. Seçme şansını size bırakır…

Bugün Yaptığınız Herşey Geleceğe Bir Yatırımdır

Bu cümle çok klişe bir yalandan mı ibaret yoksa hayatın ta kendisi mi? Kendimizi kandırmak için söylediğimiz bir yalanmış gibi duruyor ama gerçeklik payı da var sanki. Karışık bir durum. Hayatta yaptığımız herşeyin bir zincirleme reaksiyonun parçası olduğunu unutmamalıyız. Şu anda bu yazıyı okuyorsunuz, bu yazıyı okumayıp markete ekmek almaya gittiğinizi farz edin. Tam siz evden çıkar çıkmaz telefonunuz çalar ve uzun süredir cevap beklediğiniz firmadan size ararlar ama siz telefonu duyamazsınız. Her yaptığımız hareketin, her attığımız adımın bir sonucu olduğunu unutmamalıyız. Her biri birbirine bağlı… Hayatın her anını en iyi şekilde geçirmeye çalışmalı ve pozitif olmalıyız. Pozitiflik de geleceğe yapılan bir yatırımdır…

2 Mart 2008 Pazar

Recep İvedik


İnsanlarımızın espri anlayışının değiştiği artık gün gibi ortada. Recep İvedik de değişen espri anlayışında yerini alıyor ve kendine izleyici buluyor.

Şahan'ın yarattığı ve çok fazla seveni olan bir karakterin sinema filminin çekilmesi akla son derece yatkın. Ortaya çıkan filmin komik ve eğlencelik olduğu da bir gerçek. Ama eğri oturup doğru konuşmak gerekiyor; bu film sinemaya gidip izlemeye değer mi? Filmin sonunda salonda kopan alkışları hak ediyor mu? Bence oturup biraz düşünmek gerekiyor. Eğer bu film alkışlanıyorsa Türk sinemasının çok ciddi bir yenilenmeye ihtiyacı var demektir.

Son derece yapmacık bir karakterin televizyon dizisi kıvamında bir çalışma ile bu kadar ilgi çekmesi de elbette azımsanmayacak bir başarı. Reklamın gücünün de filmin bu kadar talep görmesinde etkili olduğunu untmayalım.

Evet Recep İvedik komik ve Şahan için bir başlangıç teşkil ediyor ama kendisine rakip olarak gördüğü kişilerin filmleri ile bu filmi kıyaslamak bile o insanlara haksızlık etmek demektir. Bundan sonrasının nasıl olacağı tamamen Şahan'ın elinde... 5/10

16 Şubat 2008 Cumartesi

DüşünSel

Camdan dışarı bakınca harika bir görüntü karşılıyor beni. Yağan bembeyaz kar, çatılarda kendine yer edinmeye çalışıyor.

Sımsıkı giyinmiş insanlar, dışarıya çıkmış ve bu karın güzelliğinden çok soğuğunu tadıyorlar. Kar öyle birşey ki, kötülük ve çirkinlikleri beyaz bir örtüyle kapatıp görünmez kılıyor. Ne zamanki o kar eriyor işte o an sakladıkları birer birer günyüzüne çıkıyor ve gerçeğ anlıyoruz. Eğer bir yerde yanlış birşeyler yapılmışsa siz onu ne kadar saklamaya çalışırsanız çalışın sonunda bir şekilde ortaya tekrar çıkıyor...

15 Şubat 2008 Cuma

DüşünSel

Uzun bir süredir Türkiye’de birinci gündem maddesi başı kapalı kızların üniversitelere girip giremeyeceği… Hükümetin bu konudaki tavrını Uganda’da yaşayan bir kabile şefi bile biliyor. Ana muhalefet partisinin tavrı da ortada… Kimine göre başı kapalı kızların üniversiteye girebilmesi özgürlük iken kimine gore bu alelen laiklik ilkesine dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne ters.

Konuyu tartışırken eldeki verileri ve tarihte yaşananları iyi değerlendirmek gerekiyor. Bu sorun Türkiye’nin başına yıllar yıllar once sarıldı. Bu kadar yıldır böyle giden birşeyi değiştirmeye çalışmak ve böyle bir otoriter sistemle değiştirmeye çalışmak ne kadar akla yatkın düşünmek gerekiyor. Eğer bu Türkiye için birinci derecede önemli bir sorun ise, bu sorunun için sivil toplum örgütleri, barolar, odalar, hükümet, sendikalar hep beraber herkese uygun bir çözüm üretse kötü mü olur? Hükümet yanına bir muhalefet partisini alıp “ben yaptım oldu” diyip istediği herşeyi yaparsa bu halk içinde huzursuzluk yaratmaz mı mı? BU düşünce tarzı huzursuzluktan başka birşey yapmaz. Bu kadar çabuk, sanki yangından mal kaçırır gibi sorunlar çözülmeye çalışılmamalıdır…

Toplumu ilgilendiren bir konuda toplumsal mutabakat şarttır…

14 Şubat 2008 Perşembe

DüşünSel

Merhabalar!!

Bugünden itibaren DüşSel başlığı altında güncel köşe yazılarımla karşınızda olacağım...

Türkiye öyle bir ülke ki dışarıdan bakan her insan farklı birşeyler görüyor. Ülkede yaşayan insanların da belirli sabit bir bakış açısı bulunmaması sanki ülke içinde bir karmaşa varmış gibi görünebilir ama aslında böyle birşey söz konusu bile değil. Bu topraklar tarihte hiçbir zaman tek bir ırka ait olamadı. Her zaman bir çeşitlilik söz konusuydu. Birçok ticaret yolunun anadoludan geçmesi belki de bunun en büyük nedenidir. Günümüzde bu ticaret yolları kalmamış olsa da yıllarca yerleşmiş olan çeşitlilik bugün de bu topraklarda varlığını sürdürüyor.

Türkiye'de çok partili sisteme geçildiğinden beri ülke kutuplaştırılmaya çalışıldı. "Bizden değilsen onlardansın" fikri halka aşılanmaya başladı ve bugün bile bunun sonuçlarını görebiliyoruz. Sağ, sol ayrımı, laik şeriatçı, askeri sivil gibi birçok kutup oluşturulup halkın birlik bütünlüğü parçalanmaya çalışıldı. Geyşaları bilirsiniz. Kadın casuslar... Düşman ulusun içine bir şekilde sokulur ve içten çökertilmeye çalışılır. Türkiye de yılardır bu geyşa kılığındaki insanlarla uğraşıyor. Her dönem bu kıyafeti farklı kutuplardan birileri giydi ama yapılan işlem eninde sonunda hep aynıydı. Kutuplaştırmak...

4 Şubat 2008 Pazartesi

Varsayım

Bir süredir otalarda yoktum. Mühendis olabilme uğruna yaptığım fedakarlıklardan birisi daha...

I'll be back soon...