9 Mayıs 2009 Cumartesi

Düşünsel-Lost ve Kara Kule arasındaki benzerlikler


Lost diye bir dizi var izlediniz mi? Tabi ki böyle saçma bir soru sormayacağım. Lost bugün öyle bir noktaya geldi ki popüler kültürün değişmez bir ikonu olarak gösteriliyor. Arkadaş grubu arasında lost muhabbeti açılınca diziyi izlememiş olanlar "Aaaa nasıl izlemezsin ya hiç yakıştıramadım sana. Hemen başla izlemeye" gibi tepkilerle karşılaşabiliyorlar.

Oturup Lost şöyle bir dizi böyle bir dizi diye anlatmak istemiyorum. İzlemiş ya da izlememiş olan herkesin aşağı yukarı dizi hakkında bilgisi var. Bu DüşünSel'de dizi ile ilgili kendi düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Birçok forumda ve internet sitesinde hararetli dönen tartışmalara kendi yorumumu katmak amacındayım. Eğer Lost'a yeni başlamış veya ortalarında iseniz bu yazıyı okurken spoiler içeriği ile karşılaşabileceğinizi söylemeliyim.

-Buradan sonrası Lost ile ilgili spoiler içerir-

Yazının buradan sonraki kısmı 5. sezon 15. bölüm'e kadar olan bölümler ve dizinin geleceği ile ilgili spoiler'lar içerir. Okumak tamamen sizin kararınızdır. Sorumluluk kabul etmiyorum.

Dizinin bütün temelinin Jack olduğunu düşünüyorum. Yazar kadrosu, Lost ile ilgili kafamızdaki soruların %70'inin dizinin ilk plot bölümünde cevaplandığı ama henüz bunu bilmediğimizi söylüyorlar. Bu da benim, Jack bu dizinin asıl kahramanı tezimi doğrular nitelikte çünkü dizinin plot bölümü Jack'in kahramancılık oynamasından ibaret.

Lost tamamen bir paralel evren ve zaman yolculuğu dizisi. Dizi ilk başlarda gerçekçilikten çıkmayacak gibi görünse de Lost'un bir bilimkurgu dizisi olduğu bize çaktırılmadan yedirildi ve biz de bunu kabul ettik. (Almanlar yenilince biz de yenilmiş sayıldık) Paralel evren ve zamanda yolculuk gibi kavramların bu kadar ustaca kullanıldığı bir roman var. Hatta şu aralar (Ne kadar ilginçtir ki!) J.J. Abrams (Lost'un yapımcısı ve yaratıcısı) bu romanın film haklarını satın aldı. Bu roman Stephan King'in "My masterpiece" dediği 7 kitaplık Kara Kule (The Dark Tower) serisinden başkası değil.

-Buradan sonrası Kara Kule ile ilgili spoiler içerir-

Kısaca Kara Kule'yi anlatmak gerekirse, post nükleer bir dünyada yaşayan son silahşör olan Roland'ın hayatla ilgili tüm sorularının cevaplarının olduğuna inandığı Kara Kule'yi arayış macerası. Hikaye paralel evrenler, zamanda yolculuk gibi kavramları çok enteresan bir dilde anlatır ve 7. kitabın sonunda sizi çoook büyük bir sürpriz bekler. Anlatmak istediğim nokta Kara Kule'nin sonunu da içerdiği için Kara Kule'yi okumamış olanları yazının buradan sonrası için tekrardan uyarmak istiyorum.

Kara Kule'nin Roland'ı her ne kadar karakter olarak çok benzemese de Lost'taki Jack ile birçok açıdan benzerlikler gösterir. İkisi de kadınlar konusunda şanssızdır. İkisi de hayatlarından mutlu değildir. Kendilerine sordukları cevaplanamaz birçok soruları vardır. Mesleklerinde çok başarılıdırlar. Akraba ilişkileri pek de iç açıcı değildir. Sorularına cevap bulmak için etraflarındaki insanları feda edebilirler.

Benim tezim şudur ki; Jack aslında Roland'ın ta kendisi ve Lost adası da Kara Kule'den başka bir yer değil.

J.J Abrams Lost bitmeden Kara Kule ilgili bir çalışma içine girmeyeceklerini söyledi. Lost ile Kara Kule bu kadar benzerlikler taşırken Lost biter bitmez Kara Kule serisinin filmi ya da dizisi için uğraşma kararı alınması sizce de ilginç değil mi?

Bir diğer tezim de şudur ki; Jack bu yaşadıklarını daha önceden de yaşamıştı. Yani 5 sezondur gördüğümüz şeyleri Jack daha önceden de birebir aynen yaşamıştı. Aynı Roland gibi...

Bunu destekleyen şeyler; Pilot bölümdeki Jack'in herşeyi harika bir şekilde kontrol etmesi ve herkesin onu kahraman bir lider gibi görmesi ve buna atıflarda bulunması, adaya sürekli dönmek istemesi, kader beni oraya yönlendiriyor tarzı cümleleri, ada dışında iken son derece mutsuz olması ve adanın ona vereceği herşeyi koşulsuz kabul etmesi. Aynı Roland'ın Kara Kule'yi arayış macerası gibi...

Son söylemek istediğim şey ise dizinin son sahnesi ile ilgili; Dizinin son sahnesi dizinin açılış sahnesi ile aynı olacak. Jack yere uzanmış olan biteni anlamaya çalışıyor. Çünkü kader bir çemberdir ve sürekli döner, döner ve döner...

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Eleştirel- X-Men Origins: Wolverine


Benim için X-Men deyince akar sular durur. Çocukluğumdan beri çizgi romanlarıyla, sinema filmleriyle, çizgi filmleriyle, bilgisayar oyunlarıyla X-Men hayatımın büyük bir parçasını kaplamıştır. Bu eleştirel'i yazarken her ne kadar düz bir sinema izleyicisi gözüyle değerlendirmeye çalışsam da içimdeki çocuk sürekli beni uyardı. Bir X-Men filminden beklentilerim olduğunu bana hatırlattı. Beyazperdede görmek istediğim şeyleri bana anlattı. Peki beklentilerim karşılandı mı?

X-Men Origins: Wolverine, adından da anlaşılabileceği gibi X-Men'lerin en sevilen karakteri olan Wolverine'in bugünkü noktaya nasıl geldiğini anlatıyor. Bu hikaye size de tanıdık geldi mi? (Bkz. Star Wars serisi) Hollywood bunu yapmayı çok seviyor. Bugünlerde en çok seyredilen televizyon dizisi olan Lost'un hemen her bölümünün flashback dolu olmasının altında bazı gerçekler aramalıyız. Geçmişi kurcalamak insanoğlunun doğasında var...

1.60'lık Wolverine karakterini ilk üç X-Men filminde olduğu gibi 1.83'lük Hugh Jackman beyaz perdeye taşıyor. Gözümüz artık ona alıştığı için hiçbir yadırgama hissetmiyoruz. Harry Potter karakteri Daniel Radcliffe'e nasıl yapıştıysa Wolverine de Hugh Jackman'a öyle yapıştı. Başkası oynasa kem küm ederdik. Film boyunca Hugh Jackman da Wolverine karakterinin hakkını veriyor ve iyi bir oyunculuk sergiliyor. Ama ne yazık ki onun bu iyi performansı X-Men Origins: Wolverine filminin vasatın çok altında bir film olmasını engellemiyor.

Yazıya iliştirdiğim fotoğrafa bakıp Wolverine dışındaki karakterler kim diye sorsam kaçınız cevap verebilir? X-Men'le haşır neşir olduğunu iddia eden ben bile çok zorlanarak 1-2 tanesini tanıyabildim. Yan karakterler bu fotoğrafta nasıl tanınmaz halde ise, bütün film boyunca da aynı şekilde hep arka planda yokları oynamışlar. Wolverine'in kardeşi ve ebedi düşmanı Sabretooth filmde en öne çıkan yan karakter olmasına karşın kendisine bir türlü ısınamadım. Umduğum, beklediğim Sabretooth bu değildi.

Filmin yönetmenliği tam bir felaket. Gavin Hood ne yazık ki filmin altından kalkamamış. Bazı sahneler o kadar boş ki kendinizi sahnelere ses, efekt, müzik gibi eklemeler yaparken bulabilirsiniz. Görsel efektlerin hiçbir tutarlılığı yok. Wolverine ve Sabretooth pençeleri ve tırnakları son derece yapmacık. Filmin büyük bölümünün stüdyoda green box (yeşil perde) önünde çekildiği çok rahat anlaşılıyor ve göze batıyor. (Meydan savaşlarını bile stüdyoda çekmişler) Buna karşın patlama ve kovalamaca sahnelerinin görsel efektleri son derece başarılı. Müzikler etkileyicilikten çok uzak. Senaryonun zayıflığı da zaten filmin 15. dakikasında of pof çekmenize sebep oluyor. Yani filmin eksileri saymakla bitmiyor.

X-Men Origins: Wolverine benim için tam bir hayalkırıklığı oldu. Wolverine'in hayatının önceki evrelerini anlatan bu film zamansal olarak kendinden sonra gelen üç filmin de kalitesine ulaşamıyor. En sevdiğim karakterlerden olan Gambit'i görmüş olmam bile bu filmi kurtarmıyor. (Gambit'i de beğenmediğimi belirteyim.) Mümkünse bundan sonra gelecek X-Men Origins serilerini başka bir yönetmen ve senarist grubu çeksin.

Son eklemek istediğim şey; Iron Man gibi harika bir iş çıkarmış olan Marvel Studios'un bu filmde neden görev almadığını buradan yetkililere sormak istiyorum. Sordum gitti!

4/10

X-Men Origins: Wolverine