15 Mart 2009 Pazar
Selami Stardust
Uzaylılar dünyaya saldırsa bizi bir tek kişi kurtarabilir!
Amerika? Hayır!
Jack Bauer? Hayır!
Selami Stardust? EVET!
Uzaylıların dünyaya saldırısı sonucu Ümraniye-Sarıgazi hattında minibüs şoförlüğü yapan Selami'nin tepesi atıyor ve minibüsünü modifiye edip uzaylılarla savaşıyor.
Çok basit oynanışı olan, son derece eğlenceli bir oyun Selami Stardust. Fonda çalan müzikler olsun, oyunun içindeki espriler olsun hepsi Türk halkına hitap ediyor. Denemeden geçmeyin...
Oyun için tıklayın: Selami Stardust
Fortyfox Blog
CREDITS:
Game Design & Story: Cem İşeri, Ümit Cankay
Artwork & Animation: Sabri Nasit Batllo
Programming: Ümit Cankay
Character Design: Begüm Dizici Batllo
Etiketler:
Ondan Bundan Şundan
Kısa Hikaye-Hayatın İçinden Doğal Maceralar
Yavaş yavaş, süzülür gibi aşağı doğru düştüğümü hatırlıyorum. Hayal meyal hatırladığım diğer birşey ise etrafımda benim gibi süzülen diğerlerinin de olduğuydu. Yalnız değildim...
Gözlerimi açtığımda bir dağın tepesindeydim ve her taraf bembeyazdı.. Güneş gözümü aldığı için yukarı bakamıyordum. Kamaşmış gözlerimle etrafıma baktığımda benim gibi birçok kişiyi gördüm. Hepimiz yeni yeni uyanıyor ve içinde bulunduğumuz durumu çözmeye çalışıyorduk. Çok kalabalıktık. Hareket etmek imkansız gibiydi. Herkes birbirine neler olduğunu soruyordu. Anlamsız durumu çözmeye çalışıyorduk. Bir anda buraya ışınlanmadık ya!
Bağıranlar, ağlayanlar, sinirden gülenler, her türlüsü buradaydı. Ben sessiz kalmayı tercih etmiştim. Olacakları bekleyip görmek istiyordum. Aniden çok şiddetli bir ses geldi gökyüzünden. Kısa süre önce güneşten yukarı bakamazken gökyüzünün bir anda kapkaranlık olduğunu ve sanki çok sinirliymiş gibi ani hareket ettiğini gördüm. Aslında ne kadar sürede gökyüzünün bu hale geldiğini bilmiyorum. Zaman kavramı çok anlamsızlaşmıştı benim için.
Gökyüzünden gelen sesler artık iyice artmıştı. Birşeyler olacağını anlamıştık. Sonra gökyüzünden birşeyler düşmeye başladı. Bize benziyorlardı ama aynı zamanda çok farklıydık. Bağırarak aşağı düşüyorlardı ve bize tutunmaya çalışıyorlardı. Sayıları çok fazlaydı ve artık bulunduğumuz yere sığamıyorduk. Durmak bilmeden geliyorlardı. En sonunda birbirimizden kopmaya başladık ve bayır aşağı yuvarlanıyorduk. Dağın tepesinden aşağı doğru yuvarlanıyor, taklalar atıyorduk. Tutunmaya çalıştım ama başaramadım. Sürekli düşüyorduk. Sanırım öleceğim diye düşünmeye başladım. Biz aşağı düşerken gökyüzünden gelmeye devam ediyorlardı. Tanrım daha ne kadar süre böyle devam edecek? Bulunduğum yerden dağın tepesini görebiliyordum. Artık beyaz değildi... Üstüme doğru birşeyin geldiğini gördüm. Binlercesi belki de daha fazlası... Bana çarptılar...
Gözlerimi açtığımda hep beraber bir çukuru doldurmuştuk. Çok ciddi tehlikeler atlatmıştım ama bir yorgunluk ya da bir ağrı hissetmiyordum. Gayet zindeydim. Etraftakilere durumlarını sordum. Aramızda gökyüzünden hızlı düşenler olduğu gibi, dağın tepesinde bulunup diğerlerinin gelişiyle bulunduğu yerden düşen ve kendini burada bulanlar da vardı. Bir an hepimizin birbirimize ne kadar da çok benzediğini gördüm. Belki buraya geliş amacımız ve geliş yöntemlerimiz farklıydı, farklı şeyler yaşamıştık ama hepimiz şu anda aynı durumdaydık.
Aradan bir süre geçti. Ne kadar bilemiyorum. Bu gibi durumlarda zaman kavramı çok anlamsızlaşıyor demiş miydim? Bir ses daha duymaya başladık ve kontrolümüz dışında bir tarafa doğru çekildiğimizi hissettik. Karşı koyamıyorduk. Birbirimizi sıkıca tutmaya çalıştık, bizi çeken şeyden kaçmaya çalıştık ama çok güçlüydü dayanamıyorduk. Bizi içine çekecekti, artık herşey bitmişti. İçine doğru çekildiğimiz şey kocaman yuvarlak ve kapkaranlık birşeydi. İçinde bizin neyin beklediğini bilemiyordum ama ona karşı koyamıyordum. Kaderime razı olmuştum. Bizi içine çeken kocaman yuvarlak içinde yolculuğumuz boyunca hiçbirşey görmedim. Her taraf simsiyahtı. Hepimiz birbirimizden kopmadan ilerlemeye çalışıyorduk ama içinden geçtiğimiz herneyse sürekli aşağı yukarı sağ sol yön değiştirip bizi savuruyordu. Tutunmak imkansızdı.
Uzun bir yolculuk sonrasında ışığı görmüştüm. Sanırım çıkışa yaklaşmıştık. Işığın rengi bir garipti. Maviydi. Çıkışın aslında başka bir bölüm olduğunu o zaman anladım. Mavi renkli bir çeşit kutudaydık. Bir kısmımız bu kutuya girerken bizden önce gidenlerin başka bir kutuda bizim önümüzde olduğunu, arkamızdan gelenlerin de arkamızdaki kutudan bize baktıklarını gördüm. Etrafta bu mavi kutular içinde bizden binlerce belki de daha fazlası vardı. Bu mavi kutuları bizlerle dolduruyorlardı. Bizi bu kutulara hapsediyorlardı sanki. Hepimiz korkuyorduk. Artık sonumuz neyse onun en kısa zamanda gerçekleşmesini umuyorduk.
Mavi kutudaki yolculuğumuz boyunca bir çok yer gördük. Kendimiz dışında başka şeyler de gördük. Devler vardı mesela. Bizi taşıyan iki kollu iki bacaklı devler. Bizi omuzlarında taşıyıp kutumuzun yerlerini değiştiriyorlardı. Anlamadığımız bir dilde konuşuyorlardı. Çok uzun süre aynı ortamda bulunduğumuz için bu kutu bizim için ev gibi olmuştu. Biz bir aileydik. Artık herkes birbirini tanıyordu. Kısa hayatım boyunca eve en yakın yer burası olmuştu benim için. Bu mutlu aile tablosu sonsuza kadar sürmedi elbette. Bizi ayırmaya başladılar... Ailem, evim dağılıyordu...
Bu sefer daha ufak bir yuvarlaktan bizi belirli aralıklarla çekmeye başladılar. Sıra bana da gelmişti. Mavi kutudan ayrılışım işte böyle oldu. Bu sefer beyaz bir kutudaydım. Bu kutu mavi kutudan çok daha küçüktü. Bir devin bize doğru yaklaştığını gördük şeffaf beyaz kutunun içinden. Bizi eline aldı ve bir karanlık daha. Bayılmışım...
Devin bize ne yaptığını bilmiyorum ama üstüme başıma bakınca bayağı pislendiğini gördüm. Etrafımdaki herkes pislenmişti. Kimse devlerin onları eline aldıktan sonrasını hatırlamıyordu. Hepimiz için baygınlık kaçınılmaz olmuştu o an için.
Sayımız gittikçe artıyordu. Artık bir topluluk olarak ilerliyorduk. Gittikçe genişleyen bir topluluk. Sayımız artıyordu ve artık sona doğru yaklaştığımızı da hissediyorduk.
Hayatımda gördüğüm en büyük çukuru doldurmuştuk. Hepimiz burada toplanıyorduk. Sanki burası bizim için yapılmış gibiydi. Huzurluyduk burada. Birbirini uzun zamandır görmeyenler kucaklaşıyordu. Tanıdıklara selamlar veriliyor, neler yaşadıkları birbirlerine anlatılıyordu. Kafamızdaki bütün soru işaretlerinin cevaplanacağını biliyorduk. Çok az kalmıştı.
Tekrar güneşi gördüm. Gözlerim kamaşmaya başladı. Bu sefer farklıydı. Güneş bizi kendine doğru çekiyordu. Karşı konulmaz bir şekilde ilerliyordum. Bunun son olduğunu herşeyin cevaplanacağını biliyordum. Cevaplarıma, mutluluğuma, benim ilk ve son arkadaşıma güneşe doğru ilerliyordum.
Güneşe doğru mayışmış bir şekilde ilerledim. Mutluydum, huzurluydum. Görevim, yaşama amacım sona ermişti. Devlerin bizi taşırken sürekli söyledikleri bir kelime vardı. Belki de ismimiz buydu bizim; "Su".
Neden bunca şey yaşadığımı güneşe vardığımda birisinin bana anlatacağını umuyordum. Güneşe yaklaştıkça gözlerim kapanmaya başladı ve en sonunda bayıldım.
Gözlerimi açtığımda; yavaş yavaş, süzülür gibi aşağı doğru düştüğümü hatırlıyorum. Hayal meyal hatırladığım diğer birşey ise etrafımda benim gibi süzülen diğerlerinin de olduğuydu. Yalnız değildim...
Gözlerimi açtığımda bir dağın tepesindeydim ve her taraf bembeyazdı.. Güneş gözümü aldığı için yukarı bakamıyordum. Kamaşmış gözlerimle etrafıma baktığımda benim gibi birçok kişiyi gördüm. Hepimiz yeni yeni uyanıyor ve içinde bulunduğumuz durumu çözmeye çalışıyorduk. Çok kalabalıktık. Hareket etmek imkansız gibiydi. Herkes birbirine neler olduğunu soruyordu. Anlamsız durumu çözmeye çalışıyorduk. Bir anda buraya ışınlanmadık ya!
Bağıranlar, ağlayanlar, sinirden gülenler, her türlüsü buradaydı. Ben sessiz kalmayı tercih etmiştim. Olacakları bekleyip görmek istiyordum. Aniden çok şiddetli bir ses geldi gökyüzünden. Kısa süre önce güneşten yukarı bakamazken gökyüzünün bir anda kapkaranlık olduğunu ve sanki çok sinirliymiş gibi ani hareket ettiğini gördüm. Aslında ne kadar sürede gökyüzünün bu hale geldiğini bilmiyorum. Zaman kavramı çok anlamsızlaşmıştı benim için.
Gökyüzünden gelen sesler artık iyice artmıştı. Birşeyler olacağını anlamıştık. Sonra gökyüzünden birşeyler düşmeye başladı. Bize benziyorlardı ama aynı zamanda çok farklıydık. Bağırarak aşağı düşüyorlardı ve bize tutunmaya çalışıyorlardı. Sayıları çok fazlaydı ve artık bulunduğumuz yere sığamıyorduk. Durmak bilmeden geliyorlardı. En sonunda birbirimizden kopmaya başladık ve bayır aşağı yuvarlanıyorduk. Dağın tepesinden aşağı doğru yuvarlanıyor, taklalar atıyorduk. Tutunmaya çalıştım ama başaramadım. Sürekli düşüyorduk. Sanırım öleceğim diye düşünmeye başladım. Biz aşağı düşerken gökyüzünden gelmeye devam ediyorlardı. Tanrım daha ne kadar süre böyle devam edecek? Bulunduğum yerden dağın tepesini görebiliyordum. Artık beyaz değildi... Üstüme doğru birşeyin geldiğini gördüm. Binlercesi belki de daha fazlası... Bana çarptılar...
Gözlerimi açtığımda hep beraber bir çukuru doldurmuştuk. Çok ciddi tehlikeler atlatmıştım ama bir yorgunluk ya da bir ağrı hissetmiyordum. Gayet zindeydim. Etraftakilere durumlarını sordum. Aramızda gökyüzünden hızlı düşenler olduğu gibi, dağın tepesinde bulunup diğerlerinin gelişiyle bulunduğu yerden düşen ve kendini burada bulanlar da vardı. Bir an hepimizin birbirimize ne kadar da çok benzediğini gördüm. Belki buraya geliş amacımız ve geliş yöntemlerimiz farklıydı, farklı şeyler yaşamıştık ama hepimiz şu anda aynı durumdaydık.
Aradan bir süre geçti. Ne kadar bilemiyorum. Bu gibi durumlarda zaman kavramı çok anlamsızlaşıyor demiş miydim? Bir ses daha duymaya başladık ve kontrolümüz dışında bir tarafa doğru çekildiğimizi hissettik. Karşı koyamıyorduk. Birbirimizi sıkıca tutmaya çalıştık, bizi çeken şeyden kaçmaya çalıştık ama çok güçlüydü dayanamıyorduk. Bizi içine çekecekti, artık herşey bitmişti. İçine doğru çekildiğimiz şey kocaman yuvarlak ve kapkaranlık birşeydi. İçinde bizin neyin beklediğini bilemiyordum ama ona karşı koyamıyordum. Kaderime razı olmuştum. Bizi içine çeken kocaman yuvarlak içinde yolculuğumuz boyunca hiçbirşey görmedim. Her taraf simsiyahtı. Hepimiz birbirimizden kopmadan ilerlemeye çalışıyorduk ama içinden geçtiğimiz herneyse sürekli aşağı yukarı sağ sol yön değiştirip bizi savuruyordu. Tutunmak imkansızdı.
Uzun bir yolculuk sonrasında ışığı görmüştüm. Sanırım çıkışa yaklaşmıştık. Işığın rengi bir garipti. Maviydi. Çıkışın aslında başka bir bölüm olduğunu o zaman anladım. Mavi renkli bir çeşit kutudaydık. Bir kısmımız bu kutuya girerken bizden önce gidenlerin başka bir kutuda bizim önümüzde olduğunu, arkamızdan gelenlerin de arkamızdaki kutudan bize baktıklarını gördüm. Etrafta bu mavi kutular içinde bizden binlerce belki de daha fazlası vardı. Bu mavi kutuları bizlerle dolduruyorlardı. Bizi bu kutulara hapsediyorlardı sanki. Hepimiz korkuyorduk. Artık sonumuz neyse onun en kısa zamanda gerçekleşmesini umuyorduk.
Mavi kutudaki yolculuğumuz boyunca bir çok yer gördük. Kendimiz dışında başka şeyler de gördük. Devler vardı mesela. Bizi taşıyan iki kollu iki bacaklı devler. Bizi omuzlarında taşıyıp kutumuzun yerlerini değiştiriyorlardı. Anlamadığımız bir dilde konuşuyorlardı. Çok uzun süre aynı ortamda bulunduğumuz için bu kutu bizim için ev gibi olmuştu. Biz bir aileydik. Artık herkes birbirini tanıyordu. Kısa hayatım boyunca eve en yakın yer burası olmuştu benim için. Bu mutlu aile tablosu sonsuza kadar sürmedi elbette. Bizi ayırmaya başladılar... Ailem, evim dağılıyordu...
Bu sefer daha ufak bir yuvarlaktan bizi belirli aralıklarla çekmeye başladılar. Sıra bana da gelmişti. Mavi kutudan ayrılışım işte böyle oldu. Bu sefer beyaz bir kutudaydım. Bu kutu mavi kutudan çok daha küçüktü. Bir devin bize doğru yaklaştığını gördük şeffaf beyaz kutunun içinden. Bizi eline aldı ve bir karanlık daha. Bayılmışım...
Devin bize ne yaptığını bilmiyorum ama üstüme başıma bakınca bayağı pislendiğini gördüm. Etrafımdaki herkes pislenmişti. Kimse devlerin onları eline aldıktan sonrasını hatırlamıyordu. Hepimiz için baygınlık kaçınılmaz olmuştu o an için.
Sayımız gittikçe artıyordu. Artık bir topluluk olarak ilerliyorduk. Gittikçe genişleyen bir topluluk. Sayımız artıyordu ve artık sona doğru yaklaştığımızı da hissediyorduk.
Hayatımda gördüğüm en büyük çukuru doldurmuştuk. Hepimiz burada toplanıyorduk. Sanki burası bizim için yapılmış gibiydi. Huzurluyduk burada. Birbirini uzun zamandır görmeyenler kucaklaşıyordu. Tanıdıklara selamlar veriliyor, neler yaşadıkları birbirlerine anlatılıyordu. Kafamızdaki bütün soru işaretlerinin cevaplanacağını biliyorduk. Çok az kalmıştı.
Tekrar güneşi gördüm. Gözlerim kamaşmaya başladı. Bu sefer farklıydı. Güneş bizi kendine doğru çekiyordu. Karşı konulmaz bir şekilde ilerliyordum. Bunun son olduğunu herşeyin cevaplanacağını biliyordum. Cevaplarıma, mutluluğuma, benim ilk ve son arkadaşıma güneşe doğru ilerliyordum.
Güneşe doğru mayışmış bir şekilde ilerledim. Mutluydum, huzurluydum. Görevim, yaşama amacım sona ermişti. Devlerin bizi taşırken sürekli söyledikleri bir kelime vardı. Belki de ismimiz buydu bizim; "Su".
Neden bunca şey yaşadığımı güneşe vardığımda birisinin bana anlatacağını umuyordum. Güneşe yaklaştıkça gözlerim kapanmaya başladı ve en sonunda bayıldım.
Gözlerimi açtığımda; yavaş yavaş, süzülür gibi aşağı doğru düştüğümü hatırlıyorum. Hayal meyal hatırladığım diğer birşey ise etrafımda benim gibi süzülen diğerlerinin de olduğuydu. Yalnız değildim...
Eleştirel-The Big Bang Theory
The Big Bang Theory
En son söylemem gerekeni en başta söyleyeceğim: Son yılların yapılmış en yaratıcı sit-com'larından birisi ile karşı karşıyayız!
Başrollerinde Johnny Galecki(Leonard), Jim Parsons(Sheldon), Kaley Cuoco(Penny), Simon Helberg(Howard) ve Kunal Nayyar(Rajesh)'in oynadığı The Big Bang Theory, aynı evi paylaşan Sheldon ve Leonard ile sürekli birlikte vakit geçirdikleri Howard, Rajesh ve karşı komşuları Penny arasında geçiyor. Ayrıca bir çok da yan karakter karşımıza çıkıyor. Genel anlamıyla hikaye; akademik hayatı seçmiş antisosyal dört arkadaşın hayatları ile Leonard ve Sheldon'un karşısına taşınan ve aktris olmak isteyen Penny'nin yaşadıklarından oluşuyor.
Sheldon son derece kuralcı bir insandır. Hayatı bir düzen ve prosedür içinde yaşar ve herşeyin kitaplarda olduğu gibi yaşandığını sanar. Bu durum etrafındaki insanları çileden çıkarır ama Sheldon bunu hiçbir şekilde anlayamaz.
Leonard içinde bulunduğu durumdan rahatsız olmaya başlamış ve kabuğunu kırmak isteyen birisidir. Sheldon'un tavırlarına dayanıklı olmayı öğrenmiştir.
Penny dizide aptal sarışını bize gösterir. Aktris olmak ister ama garsonluğun ötesine geçememiştir. Erkek arkadaşları ile ilişkileri hep felakettir. Bu dört antisosyalin yaşam tarzı onun için çok terstir.
Howard dizideki en eğlenceli karakterlerden birisidir. Sürekli kızlara sulanır ama yöntemleri hep yanlış ve iticidir. Annesiyle beraber yaşar ve dört arkadaş içinde doktorasını bitirememiş tek kişidir. Aynı zamanda yahudidir.
Rajesh hintlidir. En büyük özelliği utancından asla ve asla kızlarla konuşamamasıdır. Eğer içinde bulunduğu ortamda bir kız varsa, arkadaşları ile sadece kulaktan kulağa konuşabilir. Dizi ilerledikçe Rajesh kızlarla konuşmak için yeni yöntemler peşinde olacak.
Karakterlerin her biri tek başına bir dizi oluşturabilecek seviyedeler. Hepsi bir acayip. Bu kadar ilginç karaktere rağmen dizide en ağırlıklı karakter Sheldon'dır. Diziyi izledikçe siz de yazarların neden Sheldon'a yüklendiğini göreceksiniz. :)
Oyunculuklar müthiş. Her karakter sizde ayrı bir tat bırakacak. Dizinin geçtiği mekanlar da çok hoş ve iyi dizayn edilmiş. Dizide çok hoş detaylar var. Mesela her karakterin kendine has bir giyim tarzı var. Giyim tarzlarının nasıl olduğunu burada yazmayacağım ki siz izleyip kendiniz gözlemleyin.
Beni Seinfeld'den sonra en çok güldüren dizi olduğunu söyleyerek bu diziyi kaçırmamanızı öneriyorum.
10/10
Not: Dizi aynı zamanda cnbc-e'de de gösteriliyor.
IMDB